Söyleşen:
Birce Yazıcı
“İdeal
denen şeyin sürekli değiştiğine inanıyorum naçizane. Çünkü insan yaşadıkça ve
öğrendikçe hem nasıl daha güzel yaşayabileceğini düşünüyor hem de ne kadar
eksik olduğunu kavrıyor.”
- Kısaca kendinizden ve kitabınızdan bahseder
misiniz?
Oldukça karlı bir kasım gününde İstanbul’da doğmuşum.
Doğdum doğalı da başka bir şehirde yaşamadım. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi
farklı semtlerde okumama rağmen, doğduğum semt Kocamustafapaşa bende en çok
etkiyi bırakan yerdir. Yaş aldıkça, oranın eski iklimine hasret duyuyorum.
İhtiyarların söz sahibi olduğu, yol gösterdiği, gençlerin bu kadar tembel ve
bezgin olmadığı zamanları… Özellikle yirmili yaşlarımdan sonra neyle daha fazla
ilgilendiysem, bunda çok sevdiğim Fatih’in yeri var. Tarihi de tasavvufu da
edebiyatı da orada sevdim çünkü. Sonra yanına müziği ve mimariyi de ekledim. Bu
da insanın ömür sürdüğü hayatı daha anlamlı kılmasına vesile oluyor. Derken bir
gün, insan için en büyük anlam kaynağının çocuklukta yattığını düşündüm. Bu
alanda epey fazla kitap okudum, insanlarla konuştum. Neticede ortaya “Unuttun
Ama Çocuktun” çıktı.
-Çalışmanızda
neyi amaçladınız?
Kitabın alt başlığında da belirttiğimiz gibi, bir
babanın endişelerini çeşitli kitaplar ve düşünceler çerçevesinde ortaya
koymaktı niyetimiz. “Şu şu kitapları okuduk, şunları düşündük ve birçok konuda
yapılması gereken şeyler var.” demek istedik. Modern zamanlar, teknolojik gelişmeler,
kentsel dönüşümler sebebiyle çocukluk denen o büyülü zamanların ortadan
kaybolduğunu söylemeyi amaçladık kısacası.
- Yazarlığınızı yönlendiren, eserlerinize yön veren
siyasi, sanatsal ya da ahlaki idealleriniz var mı? Bu anlamda sizi çalışmalarınızda
motive eden nedir?
İdeal denen
şeyin sürekli değiştiğine inanıyorum naçizane. Çünkü insan yaşadıkça ve
öğrendikçe hem nasıl daha güzel yaşayabileceğini düşünüyor hem de ne kadar
eksik olduğunu kavrıyor. Sürekli öğrenmek istiyor ve öğrendikçe de şimdiye
kadar öğrendiklerinin ne kadar yetersiz olduğunu görüyor. “İyi” ve “güzel”
olarak özetleyebilirim ama ideallerimi. İyiye ve güzele dönük her şeyi tabiri
caizse kovalıyorum. Peşine düşüyorum, iz sürüyorum, keşfediyorum. Sonra, benim
gibi yaşayan ya da yaşamak isteyenlerle paylaşıyorum. Hem yazarak hem de
konuşarak. Çaba, gayret ve emek insanın “anlamlı” yaşamasını sağlıyor. Diğer
yandan, tembellikten ve bezginlikten hiç hoşlanmıyorum. Bu hoşlanmama durumu da
sanırım ayakta tutuyor, benzin görevi görüyor.
- Eserinizi vücuda getirirken hassasiyet gösterdiğiniz
hususlar nelerdir? Bilhassa dikkat ettiğiniz neydi?
Etrafta
sayısız kişisel gelişim ve psikoloji kitabı var. Bu kitabın öyle bir kitap
olmadığını özellikle belirtmek istedim. Bu bir deneme kitabı. İçinde okuyup
düşünerek ortaya çıkan metinler var. Çoğu zaman kitapların peşinden gidiyor
bazen de fikirlerin. Zaten insan başka nelerin peşinden gider ki? Yazılmış her
kitap, birçok kitabın gölgesinde yazılmıştır. Fikirler de keza öyle. Annelerin
ve babaların, modern zamanların “nimet”lerini yaşarken, çocuklarını gözden
kaçırmamalarını göstermek istedim. O tren bir defa kaçarsa geri gelmiyor çünkü.
Daha da önemlisi, her çocuk çok temel şeylerde karşılık bulmak istiyor:
anlaşılmak, dinlenmek ve oynamak. Çocuğun dünyasını bunlar kurar ve gelecek
yaşamına da bunlar hayat verir. Özellikle oyun denen dünya, çok çok önemlidir.
Şimdi ne oyun oynanacak alan kaldı ne de zaman. Korkunç bir döngü var ve bu
döngüde çocuklara hak tanınmıyor. Çocuk hakkı yaşam hakkıdır oysa.
- Eser verdiğiniz alanda karşılaştığınız
sorunlar veya eksiklikler nelerdi? Sizin çalışmanız bu sorunların çözümünde
veya eksikliklerin giderilmesinde katkı sunabildi mi?
İnsanlara
çok fazla öğüt veriliyor. Beslenmeden kitap okumaya, emzirmeden uyku düzenine
kadar. Bunlar profesyonellerin işi. Biz, geçmekte olduğumuz zamanların nabzını
tutarak bu çağın bir “endişe çağı” olduğunu hatırlatmak istedik. Savaş ve
Barış’ta “İnsan sevinçten çok korku duyuyor; hep endişe ediyor, hep korkuyor.
Çünkü çocukların bu çağı öyle tehlikelerle dolu ki! Kızlar için de erkekler
için de…” diye yazmıştı Tolstoy. O çağ hiç geçmedi, hatta şu an tam
ortasındayız ve muhakkak sağ çıkmamız lazım. Öncelikle de çocukların sağ
çıkması lazım.
- Kitabınız yayımlamadan önceki emek
sürecinden bizlere bahseder misiniz?
Yaklaşık
iki yıl bir yandan çocuk psikolojisi üzerine bir yandan da yaşadığımız
zamanların nabzını tutan sosyoloji, tarih, edebiyat ağırlıklı eserlerini
okudum. Eleştirel bakış açısını geliştirecek ve karşılıklı okumalar yapmaya
imkân tanıyacak kitaplar keşfetmeye çalıştım. Ama nihayetinde şunu gördüm ki
Donald Winnicott’un “Oyun ve Gerçeklik” kitabı elbette önemliydi fakat Nurdan
Gürbilek’in “Ev Ödevi” daha değerliydi. Neler olup bittiğini öğrenmek istiyoruz
elbette ama ne dolaplar çevrildiğini de bilmeliyiz. Bunun için de bir kitap
gibi görünen ama içinde bin kitabın gömülü olduğu çalışmalara eğilmek lazım.
Onu yapmaya çalıştım. Okuduğum ve sevdiğim kitaplardan bahsetmek büyük zevk
benim için. Bundan asla vazgeçemem. Kitabın biraz da bu tutkumun sonucu
olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
- Yazar olarak, Karakum Yayınevi ile
çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Sevgili Haydar Barış Aybakır, uzun zamandır tanıdığım bir dostum.
Kendisinin çok çalışkan olduğuna yakinen şahidim. Hep bir yayınevi kurmasını ve
hatta dergi çıkarmasını istemiştim. Fakat bunları isterken kendisini de
bitirmemesini diledim. Zira onun en az okuduğu kadar yazması lazım. Kuvvetli,
kıyaslama bilen bir zihni var. Entelektüel birikiminin de yaşıtlarının çok
ilerisinde olduğunu düşünüyorum. Bir yazar için de böyle biriyle çalışmak
zevktir. Yayınevinin diğer emekçileri de gönlü ve zihni açık insanlar.
Karakum’u hiçbir zaman dosyamı gönderip kitabı beklediğim bir yer olarak
görmedim. Ortada bir kazan var ve herkesin o kazan için kepçe sallaması lazım.
Başka türlü tütmez ocak. Dileğimiz Karakum’un Türkiye için bir okuma ocağı
olması yönünde hiç şüphesiz.
- Bir yazar olarak yayınevi seçiminin
çalışmanıza ne şekilde katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Yayınevi
sadece kitabı etiketleyen, ambalajlayan bir yer değil. Bunun matbaası var,
dağıtımı var, kâğıdı var… Günümüzde bu işler kolaylaşması gerekirken birçok sebep
dolayısıyla zorlaştı. Dolayısıyla bir yazar için de yayınevi seçmek keyif
olmaktan çıktı. Kitabı elimize aldığımızda içimizin ferahlamasını isteriz,
aklımızda bir şey kalmasın isteriz. Bizimle beraber yola çıkanların da emek
verdiğini, samimi olduklarını bilmek isteriz. Bu anlamda ben Karakum’dan
razıyım, Allah da razı olsun diyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder