Bozkır, Türk tarihinin büyük bir
kısmının teşekkül ettiği, insanoğlunun doğayla cebelleşerek yaşamını idame
ettirdiği zorlu bir coğrafyadır. Bozkır insanı doğduğunda ilk olarak doğanın
olumsuz şartlarıyla mücadele ederek hayata tutunur. Zorlu coğrafi şartlar
insanı sertleştirir, farklılaştırır, kabına sığmaz coşkun akan bir ırmağa
çevirir. Uzun yıllarını bozkırın uçsuz bucaksız sınırlarında at koşturarak
yaşayan Türkler, genetik kodlarına işleyen isyan ruhuyla yaşarlar. Öyle ki
hayatlarını sürdürdükleri coğrafya tümden değişse bile, kanlarındaki isyan
ateşi sönmeyen Türkler, içlerinde yanan ateşle silahlarını kanca benzer
oldukları topluluklara dahi çevirmekten imtina etmezler. Bozkır töresince
güçlünün güçsüzü ezmesiyle birlik, beraberlik ve düzen oluşur. Bu nedenle
Türkler tarih boyunca güzel günlerin huzurunu duymak için düşmanlarıyla, en
çokta birbirleriyle mücadele ederek, neşvünema etmişleridir. Bu yazımızda
yukarıda kısaca izahını yapmaya gayret ettiğimiz şartların hâkim tema olduğu,
Kutlu Altay Kocaova’nın “ Bozkırın İsyanı” isimli kitabını anlatmaya
çalışacağız.
Türk tarihinin bazı kısımları
fazlasıyla açık-seçik iken, bazı dönemleri ise fazlasıyla karanlıktır. Belki de tarihin efsanevi anlatısı yüzyıllar
içinde şekillenirken, anlatılmak istenmeyen acı, kan ve gözyaşı ile yıkanan
tabloların kötü görüntüsü tarihçiler tarafından görmezden gelinmiştir. Hele
ölümün kimi zaman istatistiksel veri halini aldığı, kargaşanın şehirleri kibrit
çöpü gibi yaktığı, savaşın gündelik hayatın bir parçası haline geldiği, bir
dönem söz konusuysa… Türk tarihinde bahsettiğimiz kâbus tablosunun en iyi
örneklerinden biri Celali İsyanları’nın olduğu dönemdir. Fakat nedendir
bilinmez, dönemi direk hedefe alan, isyanların genel karakteristiği üzerine
eğilen, çalışmaların sayısında bir yetersizlik söz konusudur[1]. 16. ve 17.
Yüzyılda Türk Tarihinin önemli bir kavşak noktası olan toplumsal ve ekonomik
yapının temelinden sarsıldığı Celali Fetreti’nin[2]akademik camiada tam yankı
bulmaması bir yana, Türk edebiyatının tarihi romanlar bahsi altında dönemi
hedefe alan eserlere rastlamak fazlasıyla güçtür. Oysaki tarihin bazen
ağırlaşabilen anlatısı romanlar vasıtasıyla yumuşatılırken, verilmek istenen
tarihi mesaj ve bilgi okura pragmatik bir şekilde sunulur. İşte tam burada “Bozkırın
İsyanı” eseri büyük bir boşluğu doldurmaya namzet bir şekilde raflardaki yerini
almıştır.
İsyanın gerçekleştiği yer Anadolu
bozkırı, yani Osmanlı’nın taşrasıdır. Tarihi romanlarda eksiklik olarak telakki
edilebilecek hususlardan birisi de sosyal tarihin ihmal edilmesidir. Hatta
siyasi tarihin serencamına kapılan bazı akademik eserler dahi sosyal hayatı
ikinci plana iterler. Oysa Kocaova’nın eserinde aksi bir durum söz konusu olup,
17. Yüzyıl Anadolusu’nda bir Türk ailesinin yapısı ortaya koyulur. Daha
önemlisi Celali Fetreti’ne sosyal reaksiyonun nasıl gerçekleştiğini adım adım
anlatılır. İsyanın merkezinden uzaklaştıkça olayların netliği kaybolduğu malum
olmakla birlikte, Kocaova çevreden merkeze doğru anlatısını şekillendirir.
Böylelikle konunun silikleşen kısmı netleştirilir.
Tarihi roman gerçeklere duçar
olduğu kadar ilgi çekici ve didaktiktir. “Bozkırın İsyanı” bu anlamda tarihi
gerçeklerin doğrultusundan ayrılmamıştır. Ayrıca isyan hakkında genel-geçer
bilgi verilmek istenirse; ilk anlatılacak unsur isyanların sebepleridir. Eserde
direk bilginin soğukluğu yerine; kurgulanan olayın sıcaklığı ile isyanın
sebepleri dile getirilmiştir. Tarihi olaylar yaşananlar üzerinden anlatılırsa
daha iyi anlaşılacağından hareketle, Kocaova’nın bu tavrı müspet ve öğreticidir.
Osmanlı dönemini anlatan
romanların genelinde, olay örgüsü çizilirken İslami vurgular fazlasıyla yer
kaplar. Osmanlı insanının İslami daire içerisinde değerlendirilmesi normaldir.
Ama Osmanlı Müslüman olduğu kadar belki daha da fazla Türk’tür. Bu neden İslami
kültür öğeleri kadar, Türk kültürüne dair vurgularında romanda dengeli bir
şekilde tanzim edilmesi zaruridir. Kocaova’nın romanı ise Türklük açısından
fazlasıyla doyurucudur. Eserde kadim Türk kültürüne dair izlere şahit olmak
ayrı bir hususiyettir. Benzer görüntülerin günümüz Anadolusu’nda da rastlanacak
tarzda olması, kültürün değişmezliği ilkesini akla getirmektedir. Yine
anlatının göbeğine oturan halk kültürüne ait şiir ve söyleyişler etkileyicidir.
Türklük vurgusu karakter isimlendirmelerinde de kendini göstermektedir.
Örneğin; Gökçen, Umay, Akça, Aysenem gibi isimler romana renk katmaktadır.
Eserin açık, sade ve akıcı bir
dille kaleme alındığı barizdir. Çünkü satırlarda sesi duyulan karakterler
Anadolu’nun mazlum ve masum halkıdır. Karakterlerin olayları değerlendirişleri,
yaklaşımları komplike olmaktan uzaktır. Bazı karakterler sadakat, vefa, saygı,
hoşgörü, iyiniyet gibi hem evrensel hem de dini açıdan olması gereken şekilde
bezenmiş ve Türk sıfatıyla nitelendirilmiştir. Bozgunun illetine bulaşmış,
birlikten bihaber, kana susamış, olarak resmedilen karakterlerinde Türk olması,
tek bedenin iki farklı ruh halini gösterir tarzdadır. Zaten eserin arka
kapağında yazan “Türk’ün Türk’ü kırmasının son hikâyesi” tabirini Kocaova
eserini tanımlamak için kullanmıştır. Her ne kadar acı bir anlatı olarak
görülse de, eserde hikâye edilen olaylar Türk tarihi için realitedir. Ve eserin
etkisinden olacak, eserde çizilen bu kardeş kavgası okuyanın dimağına ok gibi
saplanan, kalıcı bir etki gösterir. Eserde acıyla imtihan veren karakterlerden
birinin deyimiyle “Aynı dili konuşan aynı suyu içen, aynı töreyi yaşayan, aynı
Allah’a tapan insanlar… Neden savaşıyor?(s.128)”
Sonuçta, Türk tarihinin
bilinmezlerini bilinir kılmak adına görevini layıkıyla yerine getiren bir eser
kaleme alınmıştır. Celali İsyanları’nın Anadolusu’nu görmek, toplumsal
bünyedeki akislerine şahit olmak, yaşanan mücadelenin genel anlatısı içinde
arka planda kalmış insan unsurunun karakteristiğini kavramakadına gözden
kaçırılmayacak bir eser edebiyatımıza kazandırılmıştır. Bu tip eserlerin
artması Türk tarihinin daha sevilmesine neden olurken, tarihimize ve
kimliğimize yakışmasa da karanlıkta kalan tarih, tarih değildir. Olumlu
özellikleri afişe ederek tarih yazmak kadar; olumsuzlardan ders alarak
geleceğin tayinine imkân verir tarzda tarih yazmakta önemlidir. Bahsettiğimiz
iki tarih yazımını da kurgusal olarak gördüğümüz bu eseri okumak ve okutmak
dileğiyle…
[1]Konuyla ilgili Mustafa
Akdağ’ın çalışmaları mevcuttur: (Bkz. AKDAĞ Mustafa; Celali İsyanlarında Büyük
Kaçgunluk 1603-1606, AÜDTCF Dergisi, C.2, Sayı:2-3, Ankara, 1964. AKDAĞ
Mustafa; Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2009). Ayrıca (Bkz. ACUN Fatma; Celali İsyanları, Türkler, C:9,
Ankara, 2002, s.695-710).
[2]“Celali Fetreti” tabiri
Mustafa Akdağ tarafından kullanılmıştır. Aynı isimle hocanın makalesi bulunmaktadır.
(Bkz. AKDAĞ Mustafa; Celali Fetreti, AÜDTCF, Cilt:15, Sayı:1-2, Ankara, 1958,
s.53-107.)
Zafer Saraç
*Bu yazı daha öncesinde http://www.kitapsuuru.com/ adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder