"Veysel kuvvetli bir skandal algısına sahip" - Hasan Yurtoğlu


Söyleşen: Binnur Karyağdı

Romanlarınıza yakından baktığımızda alışılageldik türün dışında kalıyor. Bu farklılığı deneysel olarak adlandırabilir miyiz ya da sizin deneysel bir amacınız var mıydı?

Hayır, kesinlikle böyle bir kaygıyla hareket edilmiş değil. Ben daha ziyade anlatacaklarımla ilgiliydim ve beni asıl yönlendiren onları etkili sayılabilecek bir şekilde anlatma isteğim olmuştur. Weysel Paradoksu yıllar yılı biriktirdiğim ve notlar olarak kaydettiğim tasarıların üst üste binmesiyle oluşmuş bir yapıt. Hakkı Özdemir Beyin isabetle işaret ettiği gibi bir roman olmaktan çok bir anti-roman diyebilirim. Günlüğün, mektubun, şiirin, hikâyenin iç içe geçtiği… Aşk olmasa, aşkın kara sevda adı verilen biçimi olmasa ki ben aşkı sadece kara sevda olarak anlamaya yatkınım, çoğu kişinin kendini keşfi diyebileceğimiz şey gerçekleşmiyor. Kara sevda üzerinden sınanan benliğin hikâyeleri. Edebiyatın önemli bir kısmı buna ilişkin değil mi? Çoğumuzun edebiyata giriş kapımız da bundan başkası değil zaten. Bize bir dizeyi ezberleten koşullar…

İslamcılığın Sendikal Deneyimi

İşçi, emek, sendika denildiğinde ilk akla gelen sol tandanslı ideolojiler oluyor. Bu kavramlar sosyalizmin tekelindeymiş gibi bir düşünce dogmatikleşmiş durumda. Bu düşüncenin oluşmasında sağ ve muhafazakâr eğilimlerin payı muhakkak çok büyük lakin sol ideolojilerin temel dinamiği olan çatışmacı kurama dayalı söylem ve eylemleri de bir o kadar etkin. Sağ eğilimler (kendilerince) ‘uzlaşmacı’ tavırları sebebiyle iktidar ve sermayeyle uyumlu şekilde ilişkilendirilirken, sol eğilimler ‘muhalif’ tavırları nedeniyle iktidar ve sermayenin karşısında konumlandırılmışlardır. Sağ eğilimin duruşu iktidar ve sermayenin lehine yorumlanırken, solun tavrı işçinin ve emeğin hakkını korumaya endeksli hale getirilmiştir. Dolayısıyla, işçi ve emek söz konusu olduğunda bu kavramların daha çok sol eğilimlerin lehine ilişkilendirilmesi -bir anlamda- doğal bir sonuç.

Görmeden sevmenin kontrollü cinnetin romanı


Romanımızın kahramanı Veysel her şeyden maraz çıkaran bir tip değil. Aksine yoğun düşünen, duygulu bir karakter. Duygularını dizginlemek için bazen “kendileriyle savaşanlar” arasına katılıyor, bazen de “dost elinden gel olmazsa varılmaz” diyor. İlk paradoksunu da her çocuklukta olduğu gibi babasıyla yaşıyor. Alışkanlıklarını seven, daima aynı insanlarla ve aynı mekânlarda vakit geçirmekten sıkılmayan, gizli bir entelektüel aslında Veysel. Bunun için de “bıraktığınız yerde bulabilirsiniz beni” diyor. Alıştı mı bir şeye, onu seviyor, bağlanıyor ve memnun kalıyor. Pek şikâyet etmiyor bu sevgiden. İlle de açıklama yapmasına gerek varsa bunu bir ‘şükretme tarzı’ olarak görüyor. Sonra da patlatıyor bombayı: “Şeylerin açık seçikliğine inanıyorum ben. Bulanık zihinler var sadece.”

Zamanın Ruhu: Benzer Düşünceler, Benzer duygular - Serpil Aygün Cengiz


Tekin Şener’in Karakum Yayınları’ndan çıkan Ötekiler Günü: Dil Bahçesinde Cümle Tarhları başlıklı, denemelerden oluşan 149 sayfalık kitabı yayımlanır yayımlanmaz bana ulaştı. Kitabı elime aldığımda hem yazarını tanıdığım için hem de (2014-2015 yıllarında yapmış olduğumuz) TÜBİTAK SOBAG 114K576 Sedat Veyis Örnek Sözlü Tarih, Biyografi ve Belgelik Çalışması başlıklı projenin Sivas ayağında ortaklaşa çalışmalar üretmiş olmamızın yarattığı sıcak duygularla çok heyecanlandım. Elbette kitabı hemen okudum.

“Türkler güçlülerin dinini kabul etmedi, direndi.” - Prof. Dr. Osman Karatay

Söyleşen: Birce Yazıcı


Öncelikle şöyle başlamak istiyorum. Çalışmalarınızla Türk tarihine en çok katkı sağlayan hocaların başında geliyorsunuz. Türklerin Kökeni adlı kitabınızın başını okuduğum zaman şunu gördüm; orta ikinci sınıftayken sevgili Bahaeddin Ögel’in Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi kitabını okuduğunuzdan bahsetmişsiniz. Neydi gencecik yaşınızda sizin ilginizi çeken? Nasıl başladı bu hikâye?

Bozkır Toplum Sözleşmesi – Hasan Göktürk Erdoğan


Bozkırda liderlere koşulsuz sadakat diye bir şey yoktu, sadece lidere eşlik etmek vardı. Beraberliğin devamı, karşılıklı güvenin geliştirilerek aradaki bu ince çizginin korunmasına bağlıdır. Bu çizgi, bir nevî toplum sözleşmesidir. Bozkır toplum sözleşmesi, taraflardan birinin sürekli kazandığı diğerinin de zarara uğradığı, Rousseau’nun tasvir ettiği türden bir toplum sözleşmesi değildir. Bu sözleşmenin şartları kesindir, bozulduğu takdirde bedeli de ağırdır. Bir hükümdar ne kadar kudretli ve ne kadar güçlü bir yönetme kabiliyetine sahip olursa olsun, halkına karşı sert bir tutumda bulunmamalı, kötü muamele etmemeli ve ölçüyü kaçırmamalıdır. Bozkırda kağanlar ve kara budun arasındaki karşılıklı sözlü antlaşmanın yükümlülüğü ağırdır. Bu anlaşmanın şahitliğini yapan, yeri göğü yaratan Tanrı’dır. Dolayısı ile kağanlar kötü yönetimlerinden ötürü tahttan indirilirken, Tanrı’nın onlara bahşettiği kutun gitmesinin gerekçe gösterilmesi, bundan kaynaklı olmalıdır. Halk, bunu Tanrı’nın kendilerine verdiği yasal bir hak olarak görecek ve kullanmaktan hiç çekinmeyecektir. Nitekim T’ung Yabgu’nun başına gelende bu olmuştur.

Tiflis Kuşatması – İbrahim Doğukan Dokur

Bozkır ordularının yerleşik müttefiklerle yaptığı kuşatma örneklerinin en güzeli Batı Göktürk Hükümdarı T’ung Yabgu ile Bizans İmparatoru Heraklios arasında oldu. İki zıt yaşam tarzı içinde olan bu iki devletin birleşmesindeki ortak payda ortak düşmanların olmasıdır.

Sasanilere elçi gönderip Bizans’tan aldıkları toprakları geri vermesini isteyen T’ungYabgu ’ya Hüsrev Perviz’in cevabı çok sert ve acımazsız oldu. Bunun üzerine T’ung Yabgu gelecek seneki sefere hazırlanmaya başladı. Tiflis’i çok zor günler bekliyordu.

Bir Mehmet Berk Yaltırık Söyleşisi - Cemal Bertaş


Yeni röportajımızı kiminle mi yaptık? Ünlü korku hikayeleri yazarı Mehmet Berk Yaltırık ile! Tarihle korkuyu harmanlayan bu nadide değerimizi daha yakından tanıyalım istedik… Kendileri bizi kırmadılar, sıkıcı sorularımıza üşenmeden sabırla cevap verdiler… Kendilerine çok teşekkür ederiz… Lafı uzatmadan sizleri Mehmet Berk Bey ile baş başa bırakayım…

Korku hikâyelerinizle tanınan bir yazarsınız… Bu alana yönelmeniz nasıl gelişti? Neden korku?

–Korkunun kendine has bir cazibesi olduğu düşünülebilir. Doksanlı yıllarda televizyon kanallarında korku filmi kuşakları ve paranormal içerikli televizyon programları olurdu.

Her şey çocuklar için - Mehmet Akif Öztürk


"Bu elini sımsıkı tutan babadır
Hayata tümsekleri sarsmadan geçmesini tenbihler
Çocuk bu yumuşak sesin üzerine boylu boyunca uzanır
Hafifçe kısılmış sesi
Dikkatli ve kaçırmamaya çalışmaktadır."
- Cahit Zarifoğlu, Anlaşılması Güç Bir İnsanlık


"...o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar..."
- İsmet Özel, Yorgun

Peri Soylu – Tugay Özdemir


Revan Perisoylu kahvehaneye girdiğinde herkesi görebileceği bir yer aradı. Buldu da. Gidip çay ocağının dibindeki masaya oturdu. Gururlu, daha çok kibirli bir şekilde “Bir çay.”, dedi. Çayı geldikten sonra bir yudum aldı. Gırtlağını temizledi. “Ben”, dedi seslice. Başlar ona doğru dönünce “Şu güvercinlerle aynı soydan geliyorum.” Kahvehanede kimileri kıkırdamaya başlamıştı kimileri yüzünü ekşitti kimileri de şaşkınlıkla konuşmanın devamını bekliyorlardı. “Durun.”, dedi Perisoylu “Hemen öyle gülüp, sinirlenip, şaşırmayın. Anlaşılan siz efsaneyi hiç duymadınız.” “Hangi efsane?” dedi kahvehane sahibi “Burada günde bin efsane anlatılır.”