Bozkırın Savaşçısı, Karakum Yayınevi tarafından yayınlandı.
Yazılmasının üzerinden iki yıl geçtikten sonra yayınlanabildi. Tabiî, bunda ilk
iki kitâbımı yayınlayan Aygan Yayınları’nın yaşadığı sıkıntıların çok büyük
payı var. Neyse, geç olsun, güç olmasın derler ya, bizimki o hesâb…
Türk târihi boyunca beni en çok üzen olaylar, Türkler
arasında yaşanan çatışmalar ve dökülen kandır. Elbette târihi kendi içerisinde
değerlerdirmek gerekir ama sonuçta insanım ve üzülüyorum. Üç romanımda da bu
konuyu ele almamın sebebi budur. Bozkırın Savaşçısı’nda Ak Börü’nün;
Türkistan’dan Hindistan’a Uzun Yolculuk’ta Muhammed Teñri Kulu’nun ağzından
anlatmıştım. İlki tamâmen kurguydu; ikincisi ise büyük ölçüde gerçeklerden
oluşuyordu. Şimdi ise Bozkırın İsyânı ile dışarıdan biri olarak anlattım.
Olayların içinde yer almadım…
Celâlî isyânları, maâlesef edebiyâtımız açısından pek ele
alınan bir dönem değildir. Maâlesef çok az sayıda eser vardır. Bildiğim
kadarıyla roman alanında Bozkırın İsyânı, bu konuyu ele alan ikinci romandır.
İşte, ben de pek kimsenin girmek istemediği bu alana girdim ve yazdım.
Osmanlıları, Celâlîleri, sıradan halkı, askerleri ve en başta da çocukları
yazdım. Bu yüzden de romanımı başta oğlum Kaan ve yeğenim Kemâl olmak üzere,
bütün Türk çocuklarına ithâf ettim. Çünkü romanımın ana karakterleri farklı
olsa da, aslında kahramanları çocuklar. Dönemin Anadolusunda yaşanan yangını en
iyi onların gözünden anlatabilirdim, ben de öyle yapmaya çalıştım.
Dönemi yazdıkça neden birçok kimsenin girmek istemediğini anladım.
Çünkü bu konuda tarafsız olmak gerekiyor. Çünkü herkes suçlu, herkesin elleri
kirli. Sâdece çocuklar mâsum. Onlar da zâten kurban… Osmanlı suçlu, Celâlîler
suçlu, medreseliler (suhteler) suçlu, eşkıyâlar suçlu, kimi yerde halk da
suçlu… Sâdece çocuklar suçsuz. Ben de onlar üzerinden anlatmak istedim.
Osmanlıları eleştirdim, Celâlîleri eleştirdim, medreselileri eleştirdim,
eşkıyâları eleştirdim, yeri geldi halkı eleştirdim. Ama yazarken, acı çektim.
Sağ olsun, Haydar Barış Aybakır kardeşim yayınlamak istedi, tamam dedim.
Düzeltmeleri kontrol, baştan kontrol falan derken beş defâ daha okudum, yine
acı çektim. Muhtemelen okuyanların da acı çekeceğini düşünüyorum. Ama maâlesef,
acı yoksa, hayât da yoktur.
Celâlî isyânları dönemini anlamak, Osmanlıların yaptığı
hatâları görmek, dönemin Anadolusunu hissetmek istiyorsanız, okumanızı
öneririm. Benim tarzımı bilenler akıcı bir anlatımım olduğunu bilirler ama şunu
da tekrar hatırlatırım, okurken mutlu olacakları bir kitâb yazmadım.
Yaşananları yazdım, bâzı yaşananları bir miktar değiştirerek yazdım. Bunların
üzerine de kurgularımı ekledim.
Kutlu Altay Kocaova
* Bu yazı daha önceden www.bilimdili.com sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder