Bir kere insan, deneme okumak
zorundadır. Deneme okudukça dilinin estetiğini, ahengini ve anlatım gücünü daha
berrak bir biçimde fark eder. Bir insanla konuşurken kelimelerin ne kadar
etkili ve yakıcı/yıkıcı olabileceğini, cümlelerin ruha ne kadar kuvvet verebileceğini
keşfeder. Denemeyi üç şey oluşturur: tecrübeler, fikirler ve hayaller.
Dolayısıyla her deneme, onu yazanın tüm sırlarını öyle veya böyle ifşa eder.
Şiir olsaydı, ima ederdi.Deneme bir enstrüman değildir. O, enstrümanların
meşkinin neticesidir. Deneme şu enstrümanlar vasıtasıyla bir esere dönüşür:
akıcı olması, kalıcı olması, sorgulayıcı olması. Bazen bir okuyucu, ne
okuyacağını tam olarak bilemediğinden denemeye bulaşır. Bu bulaşma, aynı
zamanda bir buluşmanın sesidir. Okuyucu deneme yolculuğunda bazen bir romanla,
bazen bir şiirle, anıyla, tarihle, coğrafyayla, biyografiyle, dinle, felsefeyle
buluşur. Topyekun bir buluşma. Dilin tüm dostlarının omuz omuza çalışması, bir
türküdür belki de deneme. Söylendikçe büyür, büyür, büyür.
Deneme İnsanı Demler
Yazar, hayat ve anlam üzerine
düşündükçe bu düşüncelerini yazmak ister. Çünkü dile gelmeyen düşünce boşlukta
yankılanır. Dile gelen, yani kâğıda geçen düşünce ise insanda yankılanır. O
insandan öbürüne, öbüründen diğerine akar. Bazen kulaktan kulağa, bazen de
gönülden gönüle. Böylece deneme, insanı demler. Boşuna dememişler kişi kendini
alışverişte, yolculukta ve yemekte belli eder diye. Bu üçü de vardır denemede.
Önce satın alınır, sonra yolculuğa çıkılır. Derken kurulan deneme sofrasından
doyum başlar. Kimi doyum mide tokluğuna yarar. Kimisi de gönül tokluğuna.
Denemenin esaslı olanı ikincisidir. Gönlü doyurur. Doyurduğu gönlü sessizliğe
de konuşmaya da sürükleyebilir. İkisinden de yeni yazılar yeni okumalar çıkar.
Denemenin belki de en vefakâr tarafı budur: O daima verir, istemez. Vakit dahi
istemez. O ikram eder, nasibi olan alır. Denemenin en güzeli çocuklukla başlar.
Eğer insanın öyküsüyle deneme, doğal olarak çocukta başlar. Oradaki 'hesap'
kapansa da kapanmasa da hem hatırlatıcı hem tamamlayıcı rol oynar. Mesela şöyle
der: "Yarım kalan veya tamamlanan her cümlemiz, girip çıktığımız
işlerimiz, bilinçli bilinçsiz eylediklerimiz çocukluğumuzdan izler barındırır.
Taşkın heveslerimiz, yorgun ümitlerimiz, utangaç kabahatlerimiz, usanmaz
tutkularımız, uslanmaz inatlarımız kaidemizin üzerinde boy verir; havaya
karışır, hayata bulaşır."
İnsanı, Mekânı, Zamanı Birleştiren Deneme, En Gerçek Olanıdır
Gerçekçi demiyorum, çünkü o bir
imadır. Gerçek diyorum, çünkü o ifşadır. Ya hakikati ya da hayali. Neticede deneme,
olanı biteni önümüze yığan ve 'ayıkla pirincin taşını' diyen bir şeyhtir. Her
deneme okuyucusu da bir derviştir. Her mesele okunduğunda ve özümsendiğinde,
yeni bir seviye atlanır. Ama gelin görün ki okuyucu bunu pek fark etmez. Kitap
bitince fark eder gibi olur. Oysa deneme yoldur. Yol bitmez. Muhakkak başka
yollara açılır. Çünkü o yollarda asırlar saklıdır. Şöyle der mesela deneme:
"Asırlardır açık olan bir kapının eşğini aşıp tarihî bir binaya girmek,
sayısız insan ayağının dediği bir zemine basmak, büyük mimarların ve isimsiz
sanatkârların eserlerine gözlerimizle dokunmak bize derinden tesir eder. Bir
eski zaman yapısına girdiğimizde, mekânın üç boyutuna eklenen zaman koridoru
önümüzde açılır. İnsan elinden çıkan eserlerin maddî bakiyesine baktıkça,
onları vücuda getiren bilgiyle, inançla, iradeyle ve sanatla temasa geçeriz.
Başka hayatların ve uzak zamanların icaplarından, erdemlerinden, inançlarından,
hünerlerinden neşet eden kültür varlıkları, kendi hayatımızı ve zamanımızı
doğru okumamıza da yardım eder."
Dil Güzelse Müzik de Güzeldir
Her denemeyi bir mûsıkî eseri
olarak tanımlamıştık. O hâlde güzel bir denemenin dildeki şiir olduğunu,
dolayısıyla canlı ve hayata anlam katan bir değer olduğunu söyleyebiliriz.
Deneme bu vesileyle şiirin ağabeyidir. Onun elinden tutar, kimi zaman da onu
bir ön safa alır. İşte bu 'şiirli dil' aslında mûsıkîdir. Bir deneme bunu şöyle
açıklayabilir mesela: "Musikîsini kaybeden bir dil canlılığını da yitirmiş
demektir. Artık kuru lafızdan ibarettir. Onu konuşan insanların hayatını
beslemez, aksine donuklaştırır. Fersiz, şiirsiz, selikasız, zevksiz dil, âdeta
konuşulmaz gevelenir. Sözden çok lakırdı duyulur. Metin, maharetle kurulmaz,
eğri büğrü cümlelerle karalanır. Akla gelen her şeyin içine boca edildiği
cümlenin ne âhengi kalır ne vuzuhu. Sesi yozlaşan bir dilde önce cümle bozulur.
Kelime yitimi, soyut düşünce zafiyeti onu takip eder. Şiiri, musikîsi, selikası
bozulan bir dilde esasen cümle içi ve cümleler arası âhenk bozulmuş demektir.
Hangisinin önce geldiğinin ne önemi var? Cümle güzel değilse ses de güzel
değildir. İkisi de çirkinse hayat güzel olabilir mi?" Bir deneme, her ne
kadar yazarının hâl-i pürmelâlini anlatsa da, okuyanının da hâlinden anlar. O
hâli kendi hâliyle yoğurur, helalleşir, hemdem olur, dost olur. Bu onun
yazma-okunma eylemini bir anlama kavuşturur. Hayatın anlamı gözlerin ve
gönüllerin birliğiyle yeniden ufukta belirir. İnsan bir kez daha ve ne olursa
olsun hâlinden memnuniyet duymanın şükrüne varır, sabrına varır. Şöyle der
mesela böyle bir deneme: "Varlığımın dünyadaki eşlikçisi; gâh dilimin
ucuna, gâh göğsümün üstüne, gâh zihnimin kıvrımlarına gelen memnuniyettir.
Memnun; hâlinden değil mevcudiyetinden, kazancından değil yorgunluğundan,
zaferinden değil kavgasından."
Bir Denemenin Belki de En "Kutsal" Görevi
Son olarak bir denemenin belki de
en 'kutsal' görevi, yaşamın bize dayattıklarına bir siper oluşturmasıdır, bir
cephe. Siperde ve cephede sadece savunma yapılmaz, aksine atağa geçilir.
Yeniden ayağa kalkmak için bir an kovalanır. Bunu yaparken de etrafın yuttuğu
ve yutturmaya çalıştığı dolmalar yeniden tanımlanır. Kimlerin neyin peşinde
hayatlarını ve hayatlarımızı heba ettikleri belirginleşir. Orada, karşımızda
duranları yeniden tanırız. Hani o tek gerçeği kendilerinin bildiklerini
zannedenleri. Haktan, hukuktan, adaletten ve merhametten sadece kendilerinin
anladıklarını düşünenleri. Bize nasıl da koca bir illüzyon yaşattıklarını. İşte
deneme, cephane olur bize şu kelimelerle: "Siz ise canlarım, fetihle değil
ganimetle ilgilisiniz. Açılan kapılardan yağma için dalarsınız. Düşüncenizin,
sevginizin hatta nefretinizin kanatlarını bir türlü açamazsınız. Açarsınız
açmasına da kumanda sizin değil başkalarının elindedir. Zihninizin ve
yüreğinizin özgür kalabilmesi için, onlara sizin hükmetmeniz gerekir. Hâlbuki
çoktan elden çıkmıştır işlek beyin ve saf yürek. Kazanmak, biriktirmek, sahip
olmak uğruna terk ettiniz onları. Beyniniz düşünmek için değil, size buyurulan
çerçevede mantık zincirleri kurmak için vardır." Yukarıda denemenin
dünyasını adımladık. Neden yazıldığını, niçin okunduğunu, ne gibi imkânlara
kapı açtığını konuştuk. Kuvvetli bir denemenin hangi esaslara sahip olması
gerektiğini yazdık. Tüm bu yazdıklarımız, alıntılar dâhil, Tekin Şener'in o
harikulade deneme kitabında toplanıyor: Ötekiler Günü. Türkçenin tüm
lezzetiyle, Karakum Yayınları'ndan.
*Bu yazı daha önceden Milli Gazete'de yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder