Denemenin Lezzeti - Yağız Gönüler


Bir kere insan, deneme okumak zorundadır. Deneme okudukça dilinin estetiğini, ahengini ve anlatım gücünü daha berrak bir biçimde fark eder. Bir insanla konuşurken kelimelerin ne kadar etkili ve yakıcı/yıkıcı olabileceğini, cümlelerin ruha ne kadar kuvvet verebileceğini keşfeder. Denemeyi üç şey oluşturur: tecrübeler, fikirler ve hayaller. Dolayısıyla her deneme, onu yazanın tüm sırlarını öyle veya böyle ifşa eder. Şiir olsaydı, ima ederdi.Deneme bir enstrüman değildir. O, enstrümanların meşkinin neticesidir. Deneme şu enstrümanlar vasıtasıyla bir esere dönüşür: akıcı olması, kalıcı olması, sorgulayıcı olması. Bazen bir okuyucu, ne okuyacağını tam olarak bilemediğinden denemeye bulaşır. Bu bulaşma, aynı zamanda bir buluşmanın sesidir. Okuyucu deneme yolculuğunda bazen bir romanla, bazen bir şiirle, anıyla, tarihle, coğrafyayla, biyografiyle, dinle, felsefeyle buluşur. Topyekun bir buluşma. Dilin tüm dostlarının omuz omuza çalışması, bir türküdür belki de deneme. Söylendikçe büyür, büyür, büyür.


Deneme İnsanı Demler

Yazar, hayat ve anlam üzerine düşündükçe bu düşüncelerini yazmak ister. Çünkü dile gelmeyen düşünce boşlukta yankılanır. Dile gelen, yani kâğıda geçen düşünce ise insanda yankılanır. O insandan öbürüne, öbüründen diğerine akar. Bazen kulaktan kulağa, bazen de gönülden gönüle. Böylece deneme, insanı demler. Boşuna dememişler kişi kendini alışverişte, yolculukta ve yemekte belli eder diye. Bu üçü de vardır denemede. Önce satın alınır, sonra yolculuğa çıkılır. Derken kurulan deneme sofrasından doyum başlar. Kimi doyum mide tokluğuna yarar. Kimisi de gönül tokluğuna. Denemenin esaslı olanı ikincisidir. Gönlü doyurur. Doyurduğu gönlü sessizliğe de konuşmaya da sürükleyebilir. İkisinden de yeni yazılar yeni okumalar çıkar. Denemenin belki de en vefakâr tarafı budur: O daima verir, istemez. Vakit dahi istemez. O ikram eder, nasibi olan alır. Denemenin en güzeli çocuklukla başlar. Eğer insanın öyküsüyle deneme, doğal olarak çocukta başlar. Oradaki 'hesap' kapansa da kapanmasa da hem hatırlatıcı hem tamamlayıcı rol oynar. Mesela şöyle der: "Yarım kalan veya tamamlanan her cümlemiz, girip çıktığımız işlerimiz, bilinçli bilinçsiz eylediklerimiz çocukluğumuzdan izler barındırır. Taşkın heveslerimiz, yorgun ümitlerimiz, utangaç kabahatlerimiz, usanmaz tutkularımız, uslanmaz inatlarımız kaidemizin üzerinde boy verir; havaya karışır, hayata bulaşır."

İnsanı, Mekânı, Zamanı Birleştiren Deneme, En Gerçek Olanıdır
  
Gerçekçi demiyorum, çünkü o bir imadır. Gerçek diyorum, çünkü o ifşadır. Ya hakikati ya da hayali. Neticede deneme, olanı biteni önümüze yığan ve 'ayıkla pirincin taşını' diyen bir şeyhtir. Her deneme okuyucusu da bir derviştir. Her mesele okunduğunda ve özümsendiğinde, yeni bir seviye atlanır. Ama gelin görün ki okuyucu bunu pek fark etmez. Kitap bitince fark eder gibi olur. Oysa deneme yoldur. Yol bitmez. Muhakkak başka yollara açılır. Çünkü o yollarda asırlar saklıdır. Şöyle der mesela deneme: "Asırlardır açık olan bir kapının eşğini aşıp tarihî bir binaya girmek, sayısız insan ayağının dediği bir zemine basmak, büyük mimarların ve isimsiz sanatkârların eserlerine gözlerimizle dokunmak bize derinden tesir eder. Bir eski zaman yapısına girdiğimizde, mekânın üç boyutuna eklenen zaman koridoru önümüzde açılır. İnsan elinden çıkan eserlerin maddî bakiyesine baktıkça, onları vücuda getiren bilgiyle, inançla, iradeyle ve sanatla temasa geçeriz. Başka hayatların ve uzak zamanların icaplarından, erdemlerinden, inançlarından, hünerlerinden neşet eden kültür varlıkları, kendi hayatımızı ve zamanımızı doğru okumamıza da yardım eder."

Dil Güzelse Müzik de Güzeldir

Her denemeyi bir mûsıkî eseri olarak tanımlamıştık. O hâlde güzel bir denemenin dildeki şiir olduğunu, dolayısıyla canlı ve hayata anlam katan bir değer olduğunu söyleyebiliriz. Deneme bu vesileyle şiirin ağabeyidir. Onun elinden tutar, kimi zaman da onu bir ön safa alır. İşte bu 'şiirli dil' aslında mûsıkîdir. Bir deneme bunu şöyle açıklayabilir mesela: "Musikîsini kaybeden bir dil canlılığını da yitirmiş demektir. Artık kuru lafızdan ibarettir. Onu konuşan insanların hayatını beslemez, aksine donuklaştırır. Fersiz, şiirsiz, selikasız, zevksiz dil, âdeta konuşulmaz gevelenir. Sözden çok lakırdı duyulur. Metin, maharetle kurulmaz, eğri büğrü cümlelerle karalanır. Akla gelen her şeyin içine boca edildiği cümlenin ne âhengi kalır ne vuzuhu. Sesi yozlaşan bir dilde önce cümle bozulur. Kelime yitimi, soyut düşünce zafiyeti onu takip eder. Şiiri, musikîsi, selikası bozulan bir dilde esasen cümle içi ve cümleler arası âhenk bozulmuş demektir. Hangisinin önce geldiğinin ne önemi var? Cümle güzel değilse ses de güzel değildir. İkisi de çirkinse hayat güzel olabilir mi?" Bir deneme, her ne kadar yazarının hâl-i pürmelâlini anlatsa da, okuyanının da hâlinden anlar. O hâli kendi hâliyle yoğurur, helalleşir, hemdem olur, dost olur. Bu onun yazma-okunma eylemini bir anlama kavuşturur. Hayatın anlamı gözlerin ve gönüllerin birliğiyle yeniden ufukta belirir. İnsan bir kez daha ve ne olursa olsun hâlinden memnuniyet duymanın şükrüne varır, sabrına varır. Şöyle der mesela böyle bir deneme: "Varlığımın dünyadaki eşlikçisi; gâh dilimin ucuna, gâh göğsümün üstüne, gâh zihnimin kıvrımlarına gelen memnuniyettir. Memnun; hâlinden değil mevcudiyetinden, kazancından değil yorgunluğundan, zaferinden değil kavgasından."

Bir Denemenin Belki de En "Kutsal" Görevi

Son olarak bir denemenin belki de en 'kutsal' görevi, yaşamın bize dayattıklarına bir siper oluşturmasıdır, bir cephe. Siperde ve cephede sadece savunma yapılmaz, aksine atağa geçilir. Yeniden ayağa kalkmak için bir an kovalanır. Bunu yaparken de etrafın yuttuğu ve yutturmaya çalıştığı dolmalar yeniden tanımlanır. Kimlerin neyin peşinde hayatlarını ve hayatlarımızı heba ettikleri belirginleşir. Orada, karşımızda duranları yeniden tanırız. Hani o tek gerçeği kendilerinin bildiklerini zannedenleri. Haktan, hukuktan, adaletten ve merhametten sadece kendilerinin anladıklarını düşünenleri. Bize nasıl da koca bir illüzyon yaşattıklarını. İşte deneme, cephane olur bize şu kelimelerle: "Siz ise canlarım, fetihle değil ganimetle ilgilisiniz. Açılan kapılardan yağma için dalarsınız. Düşüncenizin, sevginizin hatta nefretinizin kanatlarını bir türlü açamazsınız. Açarsınız açmasına da kumanda sizin değil başkalarının elindedir. Zihninizin ve yüreğinizin özgür kalabilmesi için, onlara sizin hükmetmeniz gerekir. Hâlbuki çoktan elden çıkmıştır işlek beyin ve saf yürek. Kazanmak, biriktirmek, sahip olmak uğruna terk ettiniz onları. Beyniniz düşünmek için değil, size buyurulan çerçevede mantık zincirleri kurmak için vardır." Yukarıda denemenin dünyasını adımladık. Neden yazıldığını, niçin okunduğunu, ne gibi imkânlara kapı açtığını konuştuk. Kuvvetli bir denemenin hangi esaslara sahip olması gerektiğini yazdık. Tüm bu yazdıklarımız, alıntılar dâhil, Tekin Şener'in o harikulade deneme kitabında toplanıyor: Ötekiler Günü. Türkçenin tüm lezzetiyle, Karakum Yayınları'ndan.


*Bu yazı daha önceden Milli Gazete'de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder