Tiflis Kuşatması – İbrahim Doğukan Dokur

Bozkır ordularının yerleşik müttefiklerle yaptığı kuşatma örneklerinin en güzeli Batı Göktürk Hükümdarı T’ung Yabgu ile Bizans İmparatoru Heraklios arasında oldu. İki zıt yaşam tarzı içinde olan bu iki devletin birleşmesindeki ortak payda ortak düşmanların olmasıdır.

Sasanilere elçi gönderip Bizans’tan aldıkları toprakları geri vermesini isteyen T’ungYabgu ’ya Hüsrev Perviz’in cevabı çok sert ve acımazsız oldu. Bunun üzerine T’ung Yabgu gelecek seneki sefere hazırlanmaya başladı. Tiflis’i çok zor günler bekliyordu.


Kendine bağlı kavimlerden ve çevreden genç yaşlı demeden çok büyük ordu toplayarak yola çıkan T’ung Yabgu, Tiflis’e doğru ilerlerken hiçbir zorlukla karşılaşmadı. Çor kentini ele geçirirken yaydığı dehşet ve korku onun rahat ilerlemesinde önemli bir etkendir. Göktürk ordusu önünde insanlar dağlara ovalara kaçışırken etrafı çok rahat bir şekilde yağmalayıp ganimet elde ediyordu. Bizans imparatoru ile buluşma anı ise Tiflis önlerinde oldu. Verilen ziyafette arada evlilik bağı kurulacağına dair söz verildi.

Tiflis kuşatması başladığı zaman sanki orada yaşayan halk bambaşka bir şeye dönüşmüştü. Bütün o korku ve panik havası bir anda yok olmuştu. Kaleyi muazzam bir şekilde savunurken iki orduya da ağır kayıplar vermişlerdi. Üstelik işi dalga geçme boyutuna getirerek yabgunun suratını büyük bir balkabağının üstüne çizmiştiler. Göktürk ordusunda öfke çok büyüktü lakin elden bir şey gelmiyordu. Müttefik Herakleios kışın yaklaşmasından dolayısıyla yabguya şimdi gidip baharda tekrar gelmesini söyledi. Oğlunu kırk bin askerle orda bırakan yabgu memleketine dönerken Herakleios Irağın kuzeyine doğru yola çıktı.

628 yılında öfkesi hala taze olan Göktürk ordusu Bizanslı müttefiklerini beklemeden Tiflis’e gelmiş ve kuşatmaya başlamıştır. Tiflis Göktürk’lesin öfkesinden nasibini çok kanlı ve acı bir şekilde almıştır. Yabgu ile dalga geçen komutan ve Gürcü yönetici önce türlü işkencelere maruz kalmış, ondan sonra şehrin duvarlarına asılmıştır. Oğlunu bölgede bırakıp fetih ile görevlendiren yabgu memleketine geri dönmüştür.

Ermeni kaynağı olan Alban Tarihinde Tiflis kuşatması hakkında detaylı bilgi verilmiş ve bu kuşatmanın ve yaşanan katliamın bölge halkını ne kadar etkilediği göstermektedir.

Alban Tarihi adlı eserde kuşatmanın nasıl gerçekleştiği söyle yazıyor:

Düşmanların akını bundan sonra sele dönüp Gürcü topraklarına yayıldı ve debdebeli, çiçeklenen meşhur ve büyük ticaret merkezi olan Tiflis şehrini ihata edip muhasaraya aldı.

.Bunu işiten büyük imparator Heraklius bütün ordularını seferber edip müttefiki ile birleşti. Onlar görüşmelerine çok sevinip birbirlerine hükümdar hediyeleri takdim ettiler.

…Kale surlarını söküp dağıtmak için kocaman taşlar atan ve Bizans ustaları tarafından dört tekerli muhtelif mancınıkları ve bu gibi başka aletleri gördü. Taş ve toprakla doldurulan deri tulumlarla şehrin bir bölümünü çevreleyen Kür nehrinin sularını geriye akıtmak şehri su altında bırakmak istemelerini gördü.

…Bundan sonra büyük ve kinli imparator Heraklius işlerini düzene sokup yardıma gelen adama şöyle diyor: ‘Bu yıl ordunla sağ ve selamet vatanına dön. Ben görüyorum ki siz bu sıcaklara tahammül edemiyorsunuz ve kızgın güneşli Suriye toprağında, büyük Dicle’nin sahilinde yer alan İran şahının başkentine gidip varmaya takatiniz yoktur.

…İri bir bal kabağı getirip üzerine Hunların hükümdarının bir dirsek uzunluğundaki suretini yaptılar. Kirpikleri yerine gözü görünmeyen ince hatlar çizdiler, sakal yerine utanmazca üryan bıraktılar, burun deliklerini bir karış boyunda yapıp altına bıyığa benzer seyrek kıllar dizdiler. Bundan sonra bezenmiş bal kabağını getirip kale duvarının üstüne, düşman askerlerinin karşısına koyup bağırıp çağırdılar: ‘İşte sizin hükümdarınız buradadır. Gelin ona saygıyla baş eğin, çünkü bu, Cebu Hakandır!’ Ve mızraklarını ellerine alarak hakanın timsali olan bal kabağını deşmeye başladılar.

Yerleşik müttefiklerle yapılan başarısız kuşatma ve yabgu ile dalga geçme hadisesi bu şekilde anlatılmaktadır. Bizanslı mühendislerin yaptığı mancınıkların kuşatmada kullanılması burada önemli bir ayrıntıdır. Bunun birden çok sebebi olabilir. Bunlardan ilki Bizans’ın kuşatma aletlerinin Göktürklerinkinden daha iyi olması ihtimalidir. Bir diğer sebep ise Göktürklerin uzak yoldan kuşatma aletleri getirmemeleri ve müttefiklerinin orada yapmış olmaları ya da getirmiş olmaları ihtimali.

İkinci kuşatma kaynakta şu şekilde atılıyor:

  Onlar kılıçlarını yükseklere kaldırıp hep birlikte kale surlarına hücum ettiler. Bu dev ordu birbirlerinin omuzlarına yaslanarak hızla surları aştı. Bedbaht şehir ahalisinin üzerine zulmet gibi kara gölge düştü, vücut azaları uyuşup kolları kuvvetsiz kaldı. Artık mağlup olmuşlardı. Kale surlarından geri çekilen kuşatılanlar, kuş yakalayanın ağına düşüp titreyen serçelere benziyorlardı. Onların hiç biri evine uğrayıp ailesine dehşetli bela hususunda haber verme fırsatı bulamadı; ne sevimli karısını haberdar etmeye, ne sevgili yavrusu için kaygılanmaya, ne de ebeveynini hatırlamaya yer arıyorlardı. Bazıları evlerin çatılarında, diğerleri hendeklerde gizleniyor, çokları ise kurtuluş yerini kiliselerde arıyordu. Öz yavrularının okşayan anaların feryadı, kuzularını arayan büyük koyun sürüsünün nalesine benziyordu. Ama arkalarında hayatı biçenler güruhu geliyor, onların elleri kanları sel gibi akıtıyor ayaları bedenleri çiğniyor, gözleri ölen adam yığınlarına, sanki gökten dökülen dolu tanelerine bakar gibi bakıyordu.

Feryat ve naleleri dindikten sonra Hazarlar bir tek kişinin dahi sağ kalmadığını gördüler ve o vakit kılıçlarının döktükleri kandan içip doyduklarını anladılar. İşte o vakit ellerine iki zadegân düştü birisi İran şahının buraya tayin ettiği vali, diğeri ise yerli Gürcülerdendi. Onları Hazar hükümdarının yanına getirdiler ve hükümdar, kendisini bal kabağı sıfatlı ve gözsüz gösteren bu adamların ikisinin de gözlerinin çıkarılmasını emretti. Sonra da onları boğmalarını, derilerini soyup içine saman doldurmalarını ve surlardan aşağı asmalarını emretti.
Kaynakça
Kalankatlı Moses, Albanlar Tarihi, İstanbul, 2006.
Karatay, Osman, Hazarlar, İstanbul, 2014
 İbrahim Doğukan Dokur
·       Bu yazı Bozkır Orduları kitabımızdan alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder