Sasanilere elçi gönderip Bizans’tan aldıkları toprakları geri vermesini
isteyen T’ungYabgu ’ya Hüsrev Perviz’in cevabı çok sert ve acımazsız oldu.
Bunun üzerine T’ung Yabgu gelecek seneki sefere hazırlanmaya başladı. Tiflis’i
çok zor günler bekliyordu.
Kendine bağlı kavimlerden ve çevreden genç yaşlı demeden çok büyük ordu
toplayarak yola çıkan T’ung Yabgu, Tiflis’e doğru ilerlerken hiçbir zorlukla
karşılaşmadı. Çor kentini ele geçirirken yaydığı dehşet ve korku onun rahat
ilerlemesinde önemli bir etkendir. Göktürk ordusu önünde insanlar dağlara
ovalara kaçışırken etrafı çok rahat bir şekilde yağmalayıp ganimet elde
ediyordu. Bizans imparatoru ile buluşma anı ise Tiflis önlerinde oldu. Verilen ziyafette
arada evlilik bağı kurulacağına dair söz verildi.
Tiflis kuşatması başladığı zaman sanki orada yaşayan halk bambaşka bir şeye
dönüşmüştü. Bütün o korku ve panik havası bir anda yok olmuştu. Kaleyi muazzam
bir şekilde savunurken iki orduya da ağır kayıplar vermişlerdi. Üstelik işi
dalga geçme boyutuna getirerek yabgunun suratını büyük bir balkabağının üstüne çizmiştiler.
Göktürk ordusunda öfke çok büyüktü lakin elden bir şey gelmiyordu. Müttefik
Herakleios kışın yaklaşmasından dolayısıyla yabguya şimdi gidip baharda tekrar
gelmesini söyledi. Oğlunu kırk bin askerle orda bırakan yabgu memleketine
dönerken Herakleios Irağın kuzeyine doğru yola çıktı.
628 yılında öfkesi hala taze olan Göktürk ordusu Bizanslı müttefiklerini
beklemeden Tiflis’e gelmiş ve kuşatmaya başlamıştır. Tiflis Göktürk’lesin
öfkesinden nasibini çok kanlı ve acı bir şekilde almıştır. Yabgu ile dalga
geçen komutan ve Gürcü yönetici önce türlü işkencelere maruz kalmış, ondan
sonra şehrin duvarlarına asılmıştır. Oğlunu bölgede bırakıp fetih ile görevlendiren
yabgu memleketine geri dönmüştür.
Ermeni kaynağı olan Alban Tarihinde Tiflis kuşatması hakkında detaylı bilgi
verilmiş ve bu kuşatmanın ve yaşanan katliamın bölge halkını ne kadar
etkilediği göstermektedir.
Alban Tarihi adlı eserde kuşatmanın nasıl gerçekleştiği söyle yazıyor:
Düşmanların akını bundan sonra sele dönüp Gürcü
topraklarına yayıldı ve debdebeli, çiçeklenen meşhur ve büyük ticaret merkezi
olan Tiflis şehrini ihata edip muhasaraya aldı.
.Bunu işiten büyük imparator Heraklius bütün
ordularını seferber edip müttefiki ile birleşti. Onlar görüşmelerine çok
sevinip birbirlerine hükümdar hediyeleri takdim ettiler.
…Kale surlarını söküp dağıtmak için kocaman taşlar
atan ve Bizans ustaları tarafından dört tekerli muhtelif mancınıkları ve bu
gibi başka aletleri gördü. Taş ve toprakla doldurulan deri tulumlarla şehrin
bir bölümünü çevreleyen Kür nehrinin sularını geriye akıtmak şehri su altında
bırakmak istemelerini gördü.
…Bundan sonra büyük ve kinli imparator Heraklius
işlerini düzene sokup yardıma gelen adama şöyle diyor: ‘Bu yıl ordunla sağ ve
selamet vatanına dön. Ben görüyorum ki siz bu sıcaklara tahammül edemiyorsunuz
ve kızgın güneşli Suriye toprağında, büyük Dicle’nin sahilinde yer alan İran
şahının başkentine gidip varmaya takatiniz yoktur.
…İri bir bal kabağı getirip üzerine Hunların
hükümdarının bir dirsek uzunluğundaki suretini yaptılar. Kirpikleri yerine gözü
görünmeyen ince hatlar çizdiler, sakal yerine utanmazca üryan bıraktılar, burun
deliklerini bir karış boyunda yapıp altına bıyığa benzer seyrek kıllar
dizdiler. Bundan sonra bezenmiş bal kabağını getirip kale duvarının üstüne,
düşman askerlerinin karşısına koyup bağırıp çağırdılar: ‘İşte sizin
hükümdarınız buradadır. Gelin ona saygıyla baş eğin, çünkü bu, Cebu Hakandır!’
Ve mızraklarını ellerine alarak hakanın timsali olan bal kabağını deşmeye
başladılar.
Yerleşik müttefiklerle yapılan başarısız kuşatma ve yabgu ile dalga geçme
hadisesi bu şekilde anlatılmaktadır. Bizanslı mühendislerin yaptığı
mancınıkların kuşatmada kullanılması burada önemli bir ayrıntıdır. Bunun birden
çok sebebi olabilir. Bunlardan ilki Bizans’ın kuşatma aletlerinin
Göktürklerinkinden daha iyi olması ihtimalidir. Bir diğer sebep ise
Göktürklerin uzak yoldan kuşatma aletleri getirmemeleri ve müttefiklerinin orada
yapmış olmaları ya da getirmiş olmaları ihtimali.
İkinci kuşatma kaynakta şu şekilde atılıyor:
Onlar
kılıçlarını yükseklere kaldırıp hep birlikte kale surlarına hücum ettiler. Bu
dev ordu birbirlerinin omuzlarına yaslanarak hızla surları aştı. Bedbaht şehir
ahalisinin üzerine zulmet gibi kara gölge düştü, vücut azaları uyuşup kolları
kuvvetsiz kaldı. Artık mağlup olmuşlardı. Kale surlarından geri çekilen
kuşatılanlar, kuş yakalayanın ağına düşüp titreyen serçelere benziyorlardı.
Onların hiç biri evine uğrayıp ailesine dehşetli bela hususunda haber verme
fırsatı bulamadı; ne sevimli karısını haberdar etmeye, ne sevgili yavrusu için
kaygılanmaya, ne de ebeveynini hatırlamaya yer arıyorlardı. Bazıları evlerin
çatılarında, diğerleri hendeklerde gizleniyor, çokları ise kurtuluş yerini
kiliselerde arıyordu. Öz yavrularının okşayan anaların feryadı, kuzularını
arayan büyük koyun sürüsünün nalesine benziyordu. Ama arkalarında hayatı
biçenler güruhu geliyor, onların elleri kanları sel gibi akıtıyor ayaları
bedenleri çiğniyor, gözleri ölen adam yığınlarına, sanki gökten dökülen dolu
tanelerine bakar gibi bakıyordu.
Feryat ve naleleri dindikten sonra Hazarlar bir tek
kişinin dahi sağ kalmadığını gördüler ve o vakit kılıçlarının döktükleri kandan
içip doyduklarını anladılar. İşte o vakit ellerine iki zadegân düştü birisi
İran şahının buraya tayin ettiği vali, diğeri ise yerli Gürcülerdendi. Onları
Hazar hükümdarının yanına getirdiler ve hükümdar, kendisini bal kabağı sıfatlı
ve gözsüz gösteren bu adamların ikisinin de gözlerinin çıkarılmasını emretti.
Sonra da onları boğmalarını, derilerini soyup içine saman doldurmalarını ve
surlardan aşağı asmalarını emretti.
Kaynakça
Kalankatlı
Moses, Albanlar Tarihi, İstanbul, 2006.
Karatay,
Osman, Hazarlar, İstanbul, 2014
İbrahim Doğukan Dokur
·
Bu yazı Bozkır Orduları kitabımızdan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder