
Bozkır toplumlarının yaşam mücadelesi sürekli araştırılır ve
irdelenir. Özellikle savaşlar ve yağma hareketleri en çok üzerinde durulan
konular olmuştur. Bu hareketlerin çeşitli sebepleri olmakla birlikte, bugün
olduğu gibi geçmişte de belli stratejiler ve kurallar içerisinde gerçekleştiği
malûmdur. Ancak işin strateji tarafına değinen eser sayısı maalesef yetersiz
kalmıştır. Geçtiğimiz Nisan ayında Karakum Yayınevi’nden çıkan Bozkır Orduları
Savaş ve Kuşatma Stratejileri, bu eksikliği bir nebze de olsa dolduracağını ve
yeni araştırmalara kapı aralayacağını düşündüğüm bir eserdir.
Eserin müellifi İbrahim Doğukan Dokur kitabın önsözünde,
bozkırda kuşatma yöntemleri ve kuşatma âletlerine değinen eser sayısının
azlığından bahsetmiş ve bu durumu, ana kaynaklarda konuya yeteri kadar yer
ayrılmadığına bağlamıştır. Kitabın Sunuş bölümünü yazan Prof. Dr. Osman
Karatay, “Dokur’un bu çalışması konunun doğrudan kaynaklarına müracaatla,
bozkır Türk orduları için bir açmaz olan kuşatma ve yakın savaşta uygulanan
taktikleri incelemektedir.” (s.8-9) cümlesiyle çalışmayı özetlemiştir. Eser,
"Önsöz" ve "Giriş" bölümleri dışında iki kısma ayrılmıştır.
İlk bölümün başlığı "Bozkır, Göçebelik ve Savaş" olup, burada bozkıra
dair genel tanımlamalar yapılmıştır. İkinci bölümün hazırlayıcısı olarak
görülebilecek bu bölümde, bozkırda devlet yapısı, ekonomi, sosyal hayat,
savaşçılık ve kuşatma silâhlarına değinilmiştir. İşe “göçebelik” kavramını
tanımlamakla başlayan Dokur, göçebeliğin bozkır toplumuna getirdiği güçlükleri,
ekonomik ve toplumsal yaşama etkilerini incelemiştir. Ayrıca, coğrafya
şartlarının bozkırda yaşam tarzına etkisi detaylıca ve örnekleriyle
aktarılmıştır.
Bozkır, üzerinde yaşayan kavimlerin doğuştan itibaren sürekli
hazır ve güçlü olmasını gerektirir. Sert iklim koşulları, kavimlerin de sert
bir tutum içerisinde olmasını doğurmuştur. Yiyecek bulmaktaki güçlük,
hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır. Genellikle Türkler olmak üzere acımasız,
barbar olarak görülen bozkır topluluklarının aslında en önemli amacı zor
şartlar altında hayatta kalabilmektir. Onlarca zorluğun getirisi olarak
toplumlar her an mücadele hâlindedir. Bu nedenledir ki Türkler savaş sanatında
ustalaşmış, ustalaşmak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla savaş becerisi
çevikliğe, uyanıklığa bağlı olduğu gibi; kullanılan araç-gereçler, her duruma
özel kullanılan farklı silâhlar ve uygulanan stratejilerle de doğrudan ilişkisi
vardır.
Dönemin şartlarına ve coğrafyaya göre incelendiğinde,
bozkırda insanların çocuk yaştayken savaşçı olarak yetiştirilmeye başlamaları
abes karşılanmaz. Bu durum normalleşmiştir ve bir gerekliliktir. Dolayısıyla
Türklerin savaş alanında uzmanlaşmasının en somut belirtilerinden biri
çocukluktan itibaren eğitiliyor olmalarıdır. Daha genel tabirle ifade etmek
gerekirse, çocukluktan itibaren çeşitli güçlüklerle karşı karşıya kalmalarının
etkisinden söz edebiliriz. Meselâ, Cengiz Han’ın Temuçin adıyla anıldığı
çocukluk döneminde babasını kaybetmesiyle üzerine yüklenen ağır sorumluluk ve
yalnız kalmışlığının yanında gençlik döneminde yaşadığı bazı problemlerin, onun
şahsiyetini meydana getirdiği; yaşadıklarının, sert mizacının en önemli
nedenlerinden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Ayrıca, yine şartlar gereği yoğun olarak gerçekleşen
avcılığın da savaşlarda üstün meziyetler göstermelerinde etkili olduğu açıktır.
Hatta yapılan avcılığın türü dahi bu açıdan önemli görülmelidir. Eserde,
yazarın çok kıymetli bir tespiti var: “Yapılan avcılık türü, savaşçı yönün
gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Örnek vermek gerekirse, balık avlamak
avcılığın bir koludur, lâkin bu, savaş alanında pek bir fayda sağlamaz. Bozkır
bölgesi balık avlamaya elverişli bir coğrafya olsa idi, belki de bozkır
orduları savaş alanlarında bu kadar başarılı bir performans ortaya koyamazdı.
Belki de bozkırda savaşçılığın kökenini incelerken avcılığın çok fazla bir
etkisi olduğunu söyleyemeyecektik.” (s.35) Yazarın bu düşüncesine göre coğrafya
avcılık türünü, avcılık türü de savaşçılık yeteneğini etkilemektedir.
Bozkır ordularının kuşatma usulleri, kitabın ikinci bölümünü
meydana getirmiştir. Yazar bu bölümde âdeta bir kuşatma sürecini takip etmiş;
ilk olarak taktiklerden, daha sonra kuşatma öncesi hazırlıklardan ve nihayet
kuşatma usullerinden bahis açmıştır. Örnek teşkil etmesi amacıyla Cengiz Han’ın
çeşitli savaşlarda kullandığı on beş taktiği okurla paylaşmıştır. Bununla
beraber coğrafya, asker sayısı, ordunun morali, hava şartları gibi etmenlerden
dolayı her savaşta aynı stratejilerin kullanılamayacağını hatırlatmıştır.
(s.79) Kuşatma öncesi hazırlıklarda “geri güvenliği” kavramının önemi belki de
ilk sırada gelir. Çünkü her türlü teçhizata sahip olsanız ve kuşatılacak
bölgeyi avucunuzun içi gibi bilseniz dahi, kuşatma yolculuğunda gerinizde
ortaya çıkabilecek sorunlar kuşatmanın başlamadan sonra ermesine veya olumsuz
sonuçlanmasına neden olabilir. Dokur, kuşatma süreçlerinden ziyade kuşatmanın
usul ve stratejik yollarını anlatmayı hedeflediğinden olsa gerek, kitabında bu
konunun ayrıntısına pek girmemiştir. Bu konuda detaylı bilgilere ulaşılabilecek
en önemli kaynaklardan biri şüphesiz Mete Aksoy’un Savaşçının Dokuz İlkesi adlı
eseridir.[1]
Kitaptan çıkarılabilecek önemli notlardan biri de istihbarî
faaliyetlerin bozkır toplumlarındaki önemidir. Kuşatma usullerinin belirlenmesinde
ve kuşatmaya hazırlık aşamasında istihbarat çalışmaları büyük önem arz eder.
Türklerde istihbarata verilen önemi gösterebilmek için Türk tarihinden birkaç
örneğe değinen yazarın bu konuyu biraz daha geniş tutması daha faydalı olurdu,
kanaatindeyim. Zira istihbarat, savaşlarda en önemli faaliyetlerden olmakla
beraber, bir kuşatmada uygulanacak stratejinin seçimi bölgenin askerî ve
coğrafî durumuna göre netlik kazanacaktır.
Feodalizmin hâkim olduğu çağlarda kağanın ordunun başında
savaşlara katılması ordu-millet anlayışının en önemli sonuçlarından biri olarak
görülebilir. Bozkır toplumlarında avcılık ve savaş eğitimlerinin çocukluktan
itibaren yerleşmeye başlaması ise “ordu-millet” kavramının ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Tekrar edilecek olursa, bozkırın çetin şartları doğrudan bu
eğitimin gerekçesidir. İbrahim Doğukan Dokur kitabın sonuç kısmında şu
ifadelere yer veriyor: “Göçebeler her ne kadar uzun surların çevirdiği büyük
şehirlerde yaşamasa da, buraları ele geçirmeyi iyi bilmekteydiler.” (s.127)
Dokur’un bu cümlesi, içinde, bozkır toplumları (özellikle Türkler) için önemli
veriler barındırır. Sözü edilen uzun surlar, zaten zorlu doğa şartları içinde
kimliklerini kazanan Türkler için çok farklı anlamlar ifade etmez. Yalnızca,
içinde bulundukları duruma adaptasyon sağlayarak aşmaları gereken birer engel
konumundadırlar. Esasen Türkler yaratılış ve coğrafî konum itibariyle bu tip
durumlara aşinadırlar.
Coğrafya, iklim şartları ve birbirleriyle daima mücadele
içinde olan toplulukların sürekli tetikte olması bozkırın altın kuralıdır.
Bozkır, üzerinde araştırmaların belki de hiç sonlanmayacağı ilginç bir yaşam
alanıdır. Bozkır Orduları Savaş ve Kuşatma Stratejileri, bozkır toplumlarının
kuşatma eylemlerinde çizdikleri yol, uyguladıkları yöntem ve kullandıkları
silâhları bir bütün içinde inceleyen faydalı bir çalışmadır. Sonraki baskılarda
imlâ hataları düzeltildiğinde akıcılığın daha iyi sağlanacağına inanıyorum.
Yararlanılan kaynaklar, kitabın hacmine göre güvenilirlik ve tutarlılık
bakımından yeterli görünmektedir. Kitapta ara ara, konudan çok uzaklaşmadan yan
bilgiler verilmiştir. Yazar İbrahim Doğukan Dokur bu kitabıyla, bozkır üzerine
yapılan çalışmalara bir yenisini katmış, bir tuğla da kendisi eklemiştir.
[1] Mete Aksoy, Savaşçının Dokuz İlkesi, Historia Yayınevi,
1.Baskı, Ekim 2017, İstanbul
* Bu yazı daha öncesinde kitapsuuru.com sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder