Tekin Şener’in Karakum Yayınları’ndan çıkan Ötekiler Günü:
Dil Bahçesinde Cümle Tarhları başlıklı, denemelerden oluşan 149 sayfalık kitabı
yayımlanır yayımlanmaz bana ulaştı. Kitabı elime aldığımda hem yazarını
tanıdığım için hem de (2014-2015 yıllarında yapmış olduğumuz) TÜBİTAK SOBAG
114K576 Sedat Veyis Örnek Sözlü Tarih, Biyografi ve Belgelik Çalışması başlıklı
projenin Sivas ayağında ortaklaşa çalışmalar üretmiş olmamızın yarattığı sıcak
duygularla çok heyecanlandım. Elbette kitabı hemen okudum.
Beş bölümden oluşan ve her bölümde birbirinden etkileyici
denemelerin olduğu kitabı Nisan ayında okuduğumda çok şaşırdığımı da
anımsıyorum; çünkü kitap benim tanıdığım Tekin Şener’in bambaşka bir halini
gösteriyordu. Benim birlikte çalıştığım, en çok da İlhan Başgöz, Sedat Veyis
Örnek ve kendisinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Hayat Ağacı Şehir
Kültürü Dergisi üzerine sohbet ettiğim Tekin Şener, bitmek bilmez bir
enerjiyle, güler yüzle bin türlü işin peşinden koşturan, kotaran ve bu arada
endişelerini veya kızdığında kızgınlığını hiç göstermeyen biriydi; fakat
Ötekiler Günü’nde okura samimi bir öfkeyle günün ne yazık ki ötekiler günü
olduğunu anlatmaya çalışan, “Hadi bize eyvallah!” diyerek kitabının son
cümlesini yazan biri karşımdaydı.
Aradan üç ay geçtikten sonra kendisiyle telefonda
konuştuğumda bana siyasal açıdan yine çalkantılı günlerden geçtiğimiz sırada
kendisine söylediğim bir cümleyi hatırlattı, “Bütün mesele karakter aslında”
demişim. Demişimdir. Son yıllarda ne zaman psikiyatriden sosyolojiye çok değişik
alanlarda çalışan akademisyenlerle biraraya gelsem tartışmalarımızın konusu
dönüyor dolaşıyor ve Kemal Tahir’in romanlarında hep anlatmaya çalıştığı bu
hastalıklı karakter yapımıza gelip dayanıyor. Sonra konunun üzerine tekrar
düşündüğümde Tekin Şener’in de kafasını bu meselenin kurcaladığına şaşırdığıma
şaşırdım. İşte önümde kitap duruyor: Kapağında bir kayalığın tepesinde eğri
büğrü, biçimsiz ağacın aşağısında başı önüne eğik bir adamın durduğu siyah
beyaz bir fotoğraf var. Bu fotoğrafın henüz yeni vizyona giren Nuri Bilge
Ceylan’ın Ahlat Ağacı filmini çağrıştırmaması mümkün değil. Nuri Bilge
Ceylan’ın temelde bir baba-oğul ilişkisini anlattığı filminde, tek başınalığı
ve biçimsizliğiyle ahlat ağacı Tekin Şener’in de “ötekiler” olarak adlandırdığı
hastalıklı karakterin bir eğretilemesi bence. Nuri Bilge Ceylan’ın zihnini
günümüzün bu karakterinin hayli meşgul etmesi gibi Tekin Şener’in “Mesafeler
ölçülür, ruhlara meratib ayarı verilir, karakterler rütbelerine göre
mevzilenir” diyerek bu insanlarla karşılaşmalarını anlattığı sayfalarda onun da
zihnini bu karakterin işgal ettiğini görüyoruz. Zamanın ruhu: Benzer
düşünceler, benzer duygular.
Tekin Şener, kitabının ilk bölümü “İlk Karşılaşmalar
Ülkesi”nde çocukluk çağını anlatırken aslında çocukluk çağına bir saflık
yükleyerek başlangıçta herkesi eşitliyor; fakat ay büyürken ne oluyorsa oluyor
ve Tekin Şener’e göre çocuklar “[b]üyüklerin aynalarındaki kırılmaları ve
buzlanmaları, nasılsa fark ediyor, taklit ediyor”lar. Kitabın ikinci bölümü
“Vaktin Ayak İzleri”nde tüm bu olan biteni anlamlandırmak için geçmiş zamanın
peşine düştüğümüzde Hayat Ağacı Şehir Kültürü Dergisi’ndeki “zamana düşülen
dipnotlar” gibi olan fotoğrafların bile yanıltıcı olabileceğini anlatıyor.
Dijitalleşen gündelik kültürün de bizi eğleyerek neliğimizi anlama konusunda
benliğimizi güçsüz kıldığını ve varlığımızı bu “bombardımana karşı koruyacak
filtreler geliştirmek zorunda” olduğumuzu söylüyor. Kitabın (“Hayal Meyal”
değil) “Hayal Melâl” başlıklı bölümünde Tekin Şener hayal ile (sözcüğün
“üzüntü, hüzün, dert” anlamına atıfla) “melâl” arasında bir bağ kurarak içine
düşülen bu durumdan çıkışı bize gösterecek olan belki de en temel duygumuzun
“elem, keder” olduğunu anlatıyor. Tekin Şener’e göre bu duygunun peşinden
giderek kristal topları sağa sola fırlatıyoruz, söze yükleniyoruz, cümlelerin
şirazesi şaşıyor ve ancak böylece olan biteni anlamak istiyoruz ve zihnimiz
açıldıkça ruhumuz kabarıyor; çünkü “Melâl ikliminde bilenen hassalarımızla
dalıyoruz gümrah hayata”.
Kitabın “Teori Değil Tefekkür” başlıklı dördüncü bölümü,
Tekin Şener’in hayatımızda olan bitene öfkesini artık açıkça gösterdiği
bölümdür. Tekin Şener’in “aceze” olarak adlandırdığı bu hastalıklı
karakterlerden yayılan kötülükle çok güç mücadele edilebilmesinin belki de en
temel nedeni aceze ittifakının “kayıtlı, belgeli, tescilli olmaması”dır. Aceze
ittifakıyla mücadelede bize yardım edecek olan, “[k]elimelerin cümle içerisinde
çiçek gibi açtığı, cümlelerin retoriği bir eser gibi dokuduğu ve düşüncenin tüm
vuzuhuyla parladığı metinler”dir. Yazar, “Bir İnzivayı Haklı Çıkarma Çabası”
başlıklı beşinci ve sonuncu bölümde hâlinden değilse de mevcudiyetinden
memnuniyetini okurla paylaşıyor. Benim de kendisiyle zaman geçirdiğimde
varlığını hiç fark edemediğim derin kızgınlığının açığa çıkmamasının nedeni
olarak da hâlinden değil, satıhta gezinmeyip derinlere ve engebelere şevkle
dalmasını sağlayan mevcudiyetinden memnuniyetini gösteriyor.
Tekin Şener’in okura önerisi, bir büyülü fener bularak
içimizdeki karanlığa bakacak cesareti bulmak, bu çok zor olsa da. Yazar, bize
inzivaya çekildiğini söylese de kitabının alt başlığı olan “Dil Bahçesinde
Cümle Tarhları”ndan anlıyoruz ki inzivaya çekilmediği gibi bu kitabı yazarak
okura önerdiği yola en başta kendisinin düştüğünü/çıktığını görüyoruz. Tekin
Şener -okurları ve sevdikleri bir tarafa- bu yolda yalnız değil. Eşi Havva
Hanım’ı tanıdığım için kendisinin bu yolda tek başına olmadığını ben zaten
biliyordum; kendisi de kitapta ithafta yazmış, “Yorgun ümitlerimizi birlikte
yeşerttiğimiz eşime” diyerek. Aceze ittifakına karşı en büyük gücü çünkü...
* Bu yazı daha önceden Ruhuna Kitap'ta yayınlanmıştır.
* Bu yazı daha önceden Ruhuna Kitap'ta yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder