2017 Ekim’inde yayımlanan
"Şey Alırlar Şey Satarlar"ın şu zamana kadar yirmi-otuz baskı
yapmamış olmasını yadırgadığımı bildirmeliyim. Maalesef! "Turna ve
Gayda" demiyorum, "Beethoven’in Gözleri" de demiyorum. Haddimin,
hududumun farkındayım. Şey Alırlar Şey Satarlar için söylüyorum bunu. Zira
kitabın, 15 Temmuz 2016’dan bu yana, herkes tarafından konuşulan, hakkında
türlü tezvirat yapılan hususlara dair yazılmış ufuk açıcı bir eser olma
özelliği taşıdığı, dedikodudan ibaret olan çoğu yayının aksine işin aslına
dönük can alıcı çözümlemeleri içerdiği gün gibi aşikar. Ancak, geçen süre
zarfında birinci baskının tükenmemiş, kitaba dair kayda değer bir yazının
yazılmamış olması meselelerin hangi düzeyde ele alındığını göstermesi açısından
bir fikir vermesi yanında sürekli şikâyet konusu edilen belaların başımızdan niye
eksik olmadığının da izahı yerine geçmektedir.
Yazarın durumun farkında olduğu;
kitabı okurken hissediliyor. Kitabın layık görüldüğü muameleye şaşırdığını ise,
sanmıyorum. Ne var ki bu fevkalade durum ve ilginç saydığım tutum karşısında
kimse hayrete düşmememi, esef etmememi beklemesin benden. Bu cümleler, beni bu
yazıyı yazmaya sevk eden sebepleri izah kapsamındadır. Kitabın yayımlandığı
günden bugüne bekledim; boşuna beklediğimi anladığımda da harekete geçtim. Bu
bakımdan okuduğunuz salt tanıtıcı bir yazı olmaktan uzaktır ve hakikate
riayetin üzerime yüklediği ödevin gereğidir.
Şey Alırlar Şey Satarlar, 2012
Eylül’ü ile 2017 Şubat’ı arasında yayımlanmış yazılardan oluşmakta. Kitapta
belirtilen tarihler arasında aynı konular etrafında düzenlenmiş tam yetmiş
sekiz farklı başlığa yer verilmiş. Bu bakımdan bir fikri takip içerdiği
görülüyor. İlk yazıdan itibaren ‘paralel’ olgusunun etraflı bir izahına girişen
kitap; söz konusu yapılanmanın niye çete sayılması gerektiği ve hangi
özelikleri bakımından paralel olduğunu şüpheye yer bırakmaksızın tarif edip
açıklıyor. Bu arada aynı konuda yazılmış çeşitli kitapları okuyup inceleme
fırsatı da buldum. Hem 15 Temmuzdan önce yazılanları hem de sonrasında kaleme
alınanları. Bunların çoğu ‘paralel’ hakkında malumat veren; olaylar ve kişilere
dair anekdotlar aktaran bir tarzda kaleme alınmıştı. Sözgelimi, şebekenin
elemanlarının belli bir kurum içinde nasıl örgütlendiklerini, organize bir
biçimde bu kurumları hangi usullerle ele geçirmeye çalıştıklarını kişiler ve
olaylar üzerinden hikâye eden sansasyonel haberler şeklinde düzenlenmişlerdi.
Şey Alırlar Şey Satarlar'ın baskı üstüne baskı yapan bu tür yayınlarla aynı
rafta yer almadığını söyleyelim. Nitekim bu alanda da bir piyasanın, bir Fetö
ve 15 Temmuz piyasasının oluştuğu malum. Muhtemeldir ki bu piyasada asıl mevzuu
dikkatimizden kaçırmaya, meseleyi sulandırmaya dönük kripto güçlerin dolaşıma
soktuğu yayın ziyadesiyle mevcuttur. İster halisane niyetlerle ister kripto
amaçlarla kotarılmış olsunlar; bu yayınlarda daha çok siyasi, askeri,
bürokratik yönleriyle ve manipülatif biçimde bir ajanlar köşe kapmacası olarak
sunulan, adeta bir macera filmi gibi aks ettirilerek gerçeklik duygumuzu ifsat
eden olgu Şey Alırlar Şey Satarlar'da gündelik hayata etki eden tezahürleri, toplumun
en küçük birimlerinde görünürlüğü olan iktidar ve güç ilişkileri mercek altına
alınarak çözümlenmeye çalışılmaktadır. Konunun kriminolojik yönü ihmal
edilemezse de inanç unsurlarını bir suç şebekesine lojistik destek sağlar
haline getiren patolojinin teşhisi daha önemli ve daha aslidir. Şey Alırlar Şey
Satarlar'ın konumlandığı yer tam da burası.‘Niye böyle oldu?’ deyip
şaşıranlarla ‘nasıl bir daha böyle olmaz’ı dert edinenlerin sorularına
tatminkâr yanıtlar bulacağı bir vasattan söz ettiğim anlaşılmıştır umarım.
Kitap; okurken, daha ilk sayfadan itibaren farkını fark ettiren, gündelik
siyaset algısının ötesinde bir perspektifle ve salt hamasetle -vatanseverlik
duygusunun yönlendirdiği çıkar gözetmez bir fikir namusuyla- kanon’la yazıldığı
anlaşılan sıkı örülmüş, içerikçe hayli zengin, ilişkili ve birbirine bağlı
metinlerden oluşuyor. Bu yönüyle ne bir ihbar metnine ne de bir şikâyetnameye
asla benzemiyor. Semptom ve arızaları mümkün kılan sosyal-kültürel ortamı,
siyasi ve ekonomik koşulları insan malzemesi ve zihniyet iklimi perspektifinde
esaslı bir biçimde analiz edebilen ve bu alanda henüz benzeri kaleme alınmamış
ayırıcı vasıflara sahip. Kitabı okurken, roman okuduğum hissine kapıldığım
anlar da oldu. Bu da onun şebeke trafiğini gerçeklikten ve gerçekliğin
yarattığı gerilimden uzaklaşmadan ustalıklı tasvir etme başarısının sonucu
olmalı. Yazarının, paralel yapıdan kopup anılarını kaleme alan ve bir vakitler
mensubu bulundukları çeteyi ispiyonlayan çoğundan farklı olarak, bunların
muteber sayıldığı yıllarda bile patolojiyi fark etmiş bir mevzide konumlandığı
unutulmasın. Bu sebepten akademisyen, gazeteci ve yazar vasfıyla çetenin
gadrine de uğramıştır. Ancak Berat Demirci’nin şebekeye sardırması kendisiyle
uğraşılmasından değil. Gerçi, öyle de olabilirdi; o takdirde çabası yine meşru
olurdu. Nitekim bu çetenin tepesine çöktüğü kimi asker ve sivil görevlilerin
mücadelelerini aktarmalarının kamuoyu üzerinde olumlu tesirler meydana
getirdiğine şahit olmaktayız. Şey Alırlar Şey Satarlar'ın her satırında hesaplaşma
motivasyonuyla izah edilemeyecek soylu bir tavır, ahlaki bir seviyeden ve
kişilik özeliklerinden neşet eden bir hasbilik hissediliyor. Üzerinde yaşadığı
toprakların asaletini ve irfani birikimini içselleştirmiş bir alimin bilgi ve
kişilik düzeyinin mecbur kıldığı sorumluluk olarak yorumluyorum. Tuzağa
düşenleri tuzağa düşüren amiller buralardaki fukaralığın tezahürlerinden
doğmakta zaten. Tüm bu noksanlıklar içinde bilgi noksanlığı en az etkili
olanıdır. Ancak kişilik arızaları ve irfan yoksunluğu dediğimiz, hem tuzağın
kurulduğu koşulları hem de tuzağın başarısını açıklayan başlıca sebeplerdendir.
“Bir Müslüman olarak kendimi
bağlayan ve önemli gördüğüm temel önermem şudur: İslam muamelat ve muaşereti
açık/zahiri ilkelerle sınırlar; İslam toplumu da özü gereği ‘Açık Toplum’
özelliğine sahiptir. Kapalı ama kendi dışındakilerin hayatını etkilemeyen bir
örgüt, bana hoş gözükmez; mesafeli dururum hepsi o kadar.” (sf. 79)
“Hükümetler, vatandaşlarının
hukukunu korumada, kolonlanmış örgütler karşısında yetersiz kalabilmektedir.”
(sf. 115)
Doksanlı yılların başlarından
itibaren sivil toplum denilen ne kadar da muteberdi aslında. Mekteplerde
bunların öneminden sürekli söz edilirdi. Sivil toplum devlete karşı milletin
can suyuydu. Olmazsa olmazdı, falan. Hoca, sosyal bilim çevrelerinin öne
çıkarıp altını çizdiği bu gibi nosyonlara karşı uyanık olunması gerektiğini
söylüyordu. O yıllarda yayımlanmış "Makine Cücükleri" adlı deneme
zoolojik ve zoo-biyolojik bir içeriğe sahip değildiyse bizi bugünlere ulaştıran
bela ve tehlikeleri işaret eden bir ikaz niteliğindeydi. Keşke yazı
yayımlandığı sırada bir karşılık bulsa ve metaforik yönü ve göndermeleriyle
değil de lafzen, literal seviyede anlaşılsaydı. Belki bu, beslenme rejimimiz
üzerinde yıllardır yürütülen operasyona dair bir uyanıklık sağlardı. Ancak o,
makine civcivleri metaforuyla, konumu gereği kültürel, entelektüel ve manevi
beslenmemize dair olanları öne çıkarmayı seçmişti. Sivil toplum oluşumlarının
küçük devletçikler olmaya yönelmesi ihtimali yanında Türkiye’nin düşmanlarının
bu yapılar üzerinden Türkiye’ye oyun kurabileceği gibi risklerin de
farkındaydı.
“Batılıların konusu ve konumu
Türkiye olan hiçbir kimse ile iş tuttuğu görülmemiştir.” (sf. 117)
Dolayısıyla cemaat denilenin bu
yöndeki etkinliğinin onun dikkatinden kaçması beklenemezdi. Berat Demirci’nin
etkinliği de şebekenin gözünden kaçmayacaktı doğal olarak. “PKK Kürtlerin
ahlaki genetiğini bozmak üzere görevlendirilmiş bir Haçlı kuruluşudur…
Fethullah Gülen örgütü de Türklerin ahlaki genetiğini bozmak üzere aynı
mihraklarca kullanılmaktadır.” (sf. 99)
“Biz bunları ahlaklarından
tanımak zorundayız.” (sf. 173)
“…ortakyaşar bir şebeke
kurmuştular.” (sf. 186)
“Sahipsiz şehirlerde 5 kişilik
muktedir bir çete; dilediğini batırır, dilediğini kaldırır.” (sf. 188)
“FETÖ, son haliyle terör örgütü
olarak işaretlenmiştir ve iflah olması mümkün değildir ama METÖ ayaktadır.”
(sf. 175)
“İslam dinini istismar ederek
iktidarı ele geçirmek için, çok basit bir mantık keşfetmiştir. Dilencilik…
Dilenciliğin teknik haline gelişinde izlenen en önemli ve etkili usullerden
biri dilencinin cami önünde beklemeyip, cemaatle beraber saf tutmasıdır.” (sf.
177)
“Bu ülkenin Fetö’den kurtulması
mümkündür ama bu sahtekârca kurgulanmış teolojik zihniyetten, bu teoloji
mühendislerinden dinimizi kurtarmadıkça kurtulmuş sayılmayız.” (sf. 161)
Şey Alırlar Şey Satarlar, son
yıllarda yayınlanmış en önemli kitaplardan biri olarak anılmayı hak ediyor.
Zira yalnızca bir tehlikeyi işaret etmekle yetinmiyor, söz konusu tehlikeyi
bertaraf etmeye matuf imkânları da haber veriyor. Yirmi yıl kadar evvel
"Son Seferberlikten Önce Söylenmesi Gerekenler"i neşretmiş şairin,
sefer bilinci içinde ömür sürmüş bir mütefekkirin duyurduğu o sefer günleri
gelip çattı nihayet. Geçip gitti, demiyorum; gelip çattı! Berat Demirci, bu
kitapla yıllar içindeki amansız sefer hazırlığını, kendi seyrü seferi üzerinden
paylaşıyor okuyucuyla. Yaşananlar, şairin niçin ‘son seferberlik’ dediğinin
idrak edilmesini mümkün kılan bir mecrada cereyan etmiştir. Zira memlekete
tasallut eden ve işlerliğini sürdüren küresel bela seferi mümkün kılacak ve
beraberliği tesis edecek varlığı ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bir kez daha…
Hasan Yurtoğlu
*Bu yazı daha önceden Ruhuna Kitap’ta
yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder