Günlük hayatta karşılaştığımız ve
karşılaşacağımız birçok meseleyi farklı bir dille masaya yatıran yazar
ilişkilerin doruk noktasında kriz yaşanılması doğaldır derken aslında yazdığı
metinin çarpıcılığından bahsediyor. Evet eserde tam bir meseleyi çözüp rahata
erecekken bambaşka bir meselenin ağırlığıyla yakalıyor yazar yakamızdan.
Aştan bahsediyor, yıldızdan,
kederden, sevgiden, gurbetten, vuslattan, öfkeden, sükûnetten, ölümden,
türküden, melankolik sancılardan..
İki yıldızın astronomik hayatı,
birbirinde kaybolmuş iki aşığın haline benzetilir eserde. Zira bir yıldız diğer
yıldıza baka baka varlığını unutur ve onun gökyüzü olur. Kendi yok olur, aşk
doğar.
Ve sonra kederlenir insan ister
istemez. Ruhunun ritmi bozulur. Ve yazar ekliyor, sevmek için bilmek gerekir.
Maddeyi bilmek gerekir. Maddenin hallerini. Bir katı cisim, sıvı cismi
sevebilir mi? Mahiyetini bilmediğini. Bilinmezliğe düşen ve kendi yokluğunda
kaybolan insan sevgisizlikten şikayet eder yoksa hepimize yetecek kadar sevgi
evrende vardır diye ekler yazılmayan kelimelerinde yazar.
Seraplara geçiyor okuyucu
sayfalar ilerledikçe.. Suya özlem duyarken karşısına çıkan tuzlu deniz suları
büyük hayal kırıklığı yaşatıyor. Tıpkı derisine gurbet nakşedilmiş çaresiz bir
insanın özlemini duyduğu şeylere her kavuşmayı “vuslat” sayarak yaşadığı hayal
kırıklığı gibi..
Yazar, melankoli içeren bütün
hallerimizi bir valize sığdırır, en çok da bu hallerimizin gölgesinde
dinlendirir bizi. Gölgeli bir varlıktır insan en nihayetinde yazara göre.
Siyaset pratiğinin sağına soluna
dokunuyor yazar. Aslında üflüyor. Ama neden siyaset dendiğinde büyük bir
enerjisizliğe ya da öfkeye dönen duygularımızdan bahsediyor.
Okuyucusunu harika türkülerle
süzüyor yazar. Melankolik duyguları at bir kenara türkülerin tadına var nasihatini
edercesine kelimelerine renk veriyor. Tek kelime ile sinestezi uzmanı yazar.
Renklerin sesinden bahsediyor. Duyular arası kaçamaklara sevk ediyor. Kaç insan kelimelerden koku alabilir bu eser
ilerledikçe kelimeler turunculaşıyor, bazen soğuk bir apartman boşluğu bazen
mis gibi çimen kokuyor. Ve turuncunun bütün tonları okuyucu ile buluşuyor.
Evlerimiz küçüldükçe ne kadar
yalnızlaştığımızdan, yanımızdaki insandan dahi habersiz bir yorgan altına
gömülerek teknoloji ile baş başa ölümü beklemeye meraklı yeni jenerasyondan
dert yanıyor yazar. “Gidersen yaşayamam, ölürüm” dedirten aşk masallarına
çoktan veda ettiğimizi, artık aşkın bizi terk ettiğinden hayıflanıyor. Her
kelime tokat gibi vuruyor okuyucunun dimağına. Kuruyan ruhlarımıza turuncu
renkler bırakmak istercesine, post modern ölümlerden diriltmek istercesine
haykırıyor yazar.
Biz bu devirde bir doğmayı, bir
ölmeyi başardık ama yaşayamadık diye ekleyen yazar bütün bu meseleler ve duygu
kuraklığı karşısında bir aydının nasıl durduğunu, nasıl bir duruş sergilemek
zorunda olduğunu sayfa 91’den itibaren ele alıyor.
Sorunları çözümleri ile birlikte
ele alan yazar İsmet Emre’nin eserini Haydar Barış Aybakır ve Tayfun Haykır
yayına hazırlarken, mizanpajını Alper Şenadam, kapak tasarımını Uygur Özdemir
üstleniyor.
Kokulu ve sesli kelimeler
arasında, günlük mülahazalarımızda kaynak olarak kullanabileceğimiz kimi zaman
deneme tadında kimi zaman da tam bir NLP uzmanı gibi yanımızda arkadaşlık
edecek bu kitabı çok yakında bütün kitapevlerinde ve online satış mağazalarında
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder