Gözünüzün
önüne bir anlığına izlemiş olduğunuzu korku filmlerindeki klasik vampir avı
sahnelerini getirin. Göğse çakılan kazık ve kafa kesme sekanslarının (her ne
kadar yerini günümüzün daha aksiyon dolu sahneleri almışsa da) hayli yaygın
olduğu görülecektir. Bu sahnelerin de kaynağını büyük oranda edebiyat
eserlerinden aldığı muhakkaktır.
Edebiyat
eserlerinin de folklora borçlu olduğu bu kanlı sahneler, köklerini giriş
kısmında bahsedilen bir takım tarihi kaynaklardan almışlardır. Bunlardan biri
de Osmanlı kaynaklarına ait dini bir metindir.
Devlet-i
Aliyye’nin meşhur şeyhülislamlarından Ebussuud Efendi’nin ilk duyanı hayli
şaşırtan, içeriğinde geçen “vampir kazıklama” bahsi ile okurken pek çok açıdan
Gotik dönemin romanlarını ve sinemanın korku klasiklerini anımsatan fetvaları
olarak bilinen bu kaynak, kendisinden sonraki dönemlerde de doğrudan ve dolaylı
atıflarla bir döneme değin güncelliğini korumuştur.
Bu
nedenle Osmanlı döneminde hortlak-cadı hadiselerinde hem inancın belli
unsurlarını belirtmesi, hem de sıklıkla atıfta bulunulması nedeniyle XVI.
yüzyıl Osmanlı şeyhülislamlarından Mehmed Ebussuud Efendi’nin hortlaklarla
ilgili fetvalarının ayrı bir yeri vardır. (Öktem, 2010)
Şeriatın
hükümlerine göre cevaz veren bir âlimin, İslam fıkhına pek girdiği
söylenemeyecek bir konuyla (hortlama) ilgili fetvasının bulunması ilk bakışta
hakikaten şaşırtıcı gelmektedir.
Bilindiği
gibi “fıkhi bir meselenin şer’i hükmünün beyanı” anlamına gelen bir terim olan
fetva, sorulmasında sakınca olmayan din
konusundaki herhangi bir soruya görevli olan kişinin verdiği resmi cevaptır.
(Pakalın, 1983: 615) “Fetva-i şerife” olarak da zikredilir. Fetva verme
yetkisine sahip olan görevliye “müfti-müftü” denilmekte olup, kadıların da
fetvalara göre yargılarda bulundukları malumdur. (Sakaoğlu, 1985: 41)
Fetvaların tavsiye niteliğinde olduğu da bilinmektedir. (Örsten, 2005: 1) Ancak
genellikle soru-cevap şeklinde olduğu ve daha aktüel meselelere değindiği için
diğer fıkıh kitaplarına göre daha kullanışlı addedilmiştir. (Özen, 2005: 253)
Bu nedenle Osmanlı hukukçuları devletin hâkimiyet yılları sürecindeki Osmanlı
müftülerinin fetvalarını derleme, tasnif etme ve nakletme çalışmaları
içerisinde bulunmuşlardır. (İnanır, 2008: 64)
Elbette
şer’î nitelik taşımaktadır fetvalar ancak bazı konularda “ulu’l-emr”e göre yani
“örf” ve âdât”a göre verilmesi de söz konusudur. (Ortaylı, 2012: 200-201) İşte
Ebussuud Efendi’nin meşhur hortlak fetvaları da bu bağlamda verilmiştir.
Ancak
yine de İslam inancında hortlak inanışının yer bulması gibi bir durum söz
konusu olmadığından (çünkü ölünün dirilmesi Kıyamet kavramıyla birlikte
zikredilmektedir) (Bulğen, 2011: 86-87), bir İslam âliminin mezar açılmasına ve
ölü üzerinde bazı işlemler gerçekleştirilmesine izin vermesi haliyle ilginçtir.
(Aycibin, 2008: 58)
Bahsi
geçen fetvaların tam metni şu şekildedir:
Günümüz
Türkçesiyle:
“Mesele:
Bazı kişiler ölüp gömüldükten sonra, mezarında kefenini yutup(?), uzuvlarına
kan gelip bedeni kızıllaşmış olursa, (cesedin) bu şekilde olmasında bir neden
var mıdır?
Elcevap:
Olmuş ise bu Hak Teâla’nın mübarek isteğidir. “Hayatında yaptıkları işlerde ve
ahlakta kendilerine ortak olan şeytani nefisler bazı (günahkâr kişinin
cesedine) ilişip ortak işlere alet edinir [Yani bedenini kullanır]” demek
vardır. Allah’ın kudretinden beklenmedik değildir.)
Bu
Sûrette: Açıklanmış (bu) nedenin takdirince, sözü geçen ölüye ne olmalıdır/ne
yapılmalıdır?
Elcevap:
Yeniden gömmek gerektir, Müslüman adına ise zararı yoktur.
Bu
Sûrette: Bazı kişiler (ölüyü) mezarından çıkarıp yakmakta şeriata göre kudret
sahibi olurlar mı?
Elcevap:
Olmazlar.
Mesele:
Rumeli’de, Selanik’e bağlı bir köyde, Hristiyanlardan bir kişinin ölüp
gömülmesinden birkaç gün geçtikten sonra gece yarısında akrabasının ve diğer
insanların kapılarına gelip “bre filan gel seninle falana gidelim” deyip,
ertesi gün o kişinin de ölüp ve birkaç günden sonra birine daha seslenip, o
kişinin dahi ölüp sözün kısası bu biçimde birçok kişi öldüğünde, Müslüman
olmayanların böyle kırıldıklarını görerek Müslüman ahaliden o köyde bulunan
bazı kişilerin korkularından firar etmek istemeleri şeriata uygun mudur?
Elcevap:
Olmaz, özellikle bu Müslüman olmayan kasaba konusunda (kendi aralarında)
görüştükten sonra, Müslümanların (yapması gereken) işlerin sahiplerine (bu
meselenin) görev olarak verilmesidir.
Mesele: Adı geçen konuda hikmetin ve illetin de ortadan kaldırılması için çarenin belirtilerini izah etmek ve açık hale getirmek (için), icab eden [yapılması gereken] sebebi ile bağışlana [söylene].
Elcevap:
Bu takım işlerin hikmet ve illetini açıklamada dil aciz ve zihinler kusurludur
ve araştırmada ehil olanların uzun uzadıya açıklamalarına uygun değildir.
Ortadan kaldırılmasına çare şudur: Olayın olduğu gün mezara gidip önce çıplak
bir sopayla (yani kazıkla) [uğurlu sayarak] kalbine ulaşacak şekilde yere
çaksınlar, beklenendir ki [hortlak/ölü] defedilsin. Eğer olmazsa, benzinde
kızıllaşma olursa [yani teni kandan kırmızılaşmışsa] başını kesip ayağının
olduğu yere atsınlar. Bazı yerlerde açıklanmıştır. Eğer bozulmayı bırakmışsa
[yani ceset çürümemiş ise] başını kesip ölünün ayağının ucuna koysunlar).
(Yapılanlara rağmen) bu aşamalarla ortadan kaldırılamamışsa, cesedi çıkarıp
ateşte yaksınlar. Selef-i sâlihin zamanlarında [yani İslam’ın ilk yüzyılında
yaşayan Müslümanların döneminde] ateşte yakmak pek çok kez olmuştur.”
Fetvalardaki
Selanik ve Rumeli vurgusu (bu bölgelerin vampir inanışıyla alakalı oynadıkları
role sonraki bölümlerde değinilecektir) hayli dikkat çekicidir. Hortlağın tâbi
tutulduğu işlemler açısından bakıldığında da Balkan inanışlarından meşhur bir
tasavvurun, bu şekilde metinlerde yer aldığı görülmektedir.
Ebussuud
Efendi’nin fetvası (diğer pek çok fetvası gibi) güncelliğini korumuştur ve
kendisine atıf yapılmasa bile bazı metinlere kaynaklık ettiği de
anlaşılmaktadır.
XVII.
yüzyılda, IV. Murat zamanında (1623-1640) yazılmış bir akaid kitabından Necdet
Sakaoğlu’nun aktardığı şu satırlar, Ebussuud Efendi’nin “hortlak” fetvalarına
yıllar geçse bile atıfta bulunulmasının (metinde doğrudan yer almasa da)
örneklerinden biridir:
“Merhum
vaiz Şeyh İbrahim anlatmıştır ki: Rum ikliminin (Anadolu’nun) bazı yerlerinde,
ölenler ekseriya cazu olurmuş. O mahalde ve o günde gece cazular gelip
burunlarından girip yüreklerini çıkarıp yutarlarmış. Sabah oldukta bu
kimselerin ölüsü kabrinin dışında bulunurmuş Daha sonra hayattakiler gelip
kabirleri birer birer açarak cazu olanı yakarlarmış. Ama bu caiz değildir. Her
hangisi cazu olduysa onu ardıç kazığıyla göbeğinden kazıklayıp gene kabrini örtmek
gerekir. Eğer yine gelir adam öldürürse başını kesip ayağı ucuna bırakmalıdır.
Bununla da def olmazsa yakmakta sakınca yoktur.” (Sakaoğlu, 2009: 66)
Ciddi
bir âlimin hortlaklık ile ilgili fetvalarının mevcudiyeti sadece “örf ve âdât
ile” mi açıklanmalıdır?
Yine
bilindiği gibi Ebussuud Efendi’nin hukuki çalışmalarına dair en çok vurgu
yapılan hususlardan biri şer’î hukuk çerçevesinde örfî hukukun ve
kanunlaştırmanın gelişmesine imkân sağlamasıdır. (Akgündüz, 1994: 367)
Yani
toplumsal örf ve ihtiyaçları dikkatle takip ederek Kitap ve Sünnet’in açık
ifadeleriyle çelişmediği sürece maslahat ve geleneklerinden yana tavır aldığı
belirtilmektedir. (Düzenli, 2007: 409)
Hortlak
fetvalarına bakıldığında ilk anda akla gelebilecek düşünce, özellikle Balkan
coğrafyasında o dönemlerde de etkili olduğu anlaşılan bir batıl inanışla ilgili
olarak, insanları büyük paniğe ve toplumsal histeriye sevk edebildiği bilinen
bir meseleye ilişkin çözüm üretilmesidir. Yani bu düşünceye göre söz konusu
fetvalar olası bir mezar açma hadisesini kontrol altına almak ve yapılacaksa
dahi hukukun gözetiminde icra edilmesini sağlamak için verilmiştir.
İlk
uyandırdığı tedainin yanı sıra başka görüşler de öne sürülebilir ancak
fetvaların içeriği incelendiğinde aslında veriliş nedeninin üstü kapalı da olsa
belirtildiği görülmektedir. Metinde geçen: “Müslüman ahaliden o köyde bulunan
bazı kişilerin korkularından firar etmek istemeleri şeriata uygun mudur?”
sorusuna karşılık, “Olmaz, özellikle bu Müslüman olmayan kasaba konusunda
(kendi aralarında) görüştükten sonra, Müslümanların (yapması gereken) işlerin
sahiplerine (bu meselenin) görev olarak verilmesidir.” cevabının verilmesi,
fetvanın veriliş nedeninin Osmanlı Devleti’nin iskân ve şenlendirme konusundaki
hassasiyetiyle alakalı olduğuna işaret etmektedir. (Düzdağ, 1972: 198)
Toprağın
değerlendirilmesi ve nüfusun belli bölgelere yerleştirilmesinde, (Barkan,
1953: 56) ekonomik açıdan mevcut üretim
teknolojisi ve organizasyonunun sağlanması, kaynakların ulaşımı amaçlanmaktadır.
(Çelik, 1999: 108-109) Bakıldığında taşradaki toprakların ve köylerin boş
kalmasının, vergi tahsilatında düşüşü ve vergi yükünün ağırlaşmasını da
beraberinde getirdiği görülmektedir. (Tabakoğlu, 1998: 175) Dolayısıyla bir
köydeki nüfus dengesinin ve ekonominin gözetilmesinin, hortlaklarla ilgili
fetva verilmesinde etkili olması kuvvetle muhtemeldir.
Ancak
16. yüzyılın İstanbul’una ait Ebussud Efendi fetvasını asıl ilginç kılan husus
sadece içerdiği bilgiler değildir. Filmlerden ve romanlardan da aşina olunan
“ölünün kafasını kesip ayakucuna koyma” (“…Then we cut off the head and filled
the mouth with garlic.”) uygulamasının (Stoker, 2012: 226), Polonya’nın Gliwije
köyünde bulunan kesik başları ayakucuna konmuş ceset kalıntılarında ve biri 20.
yüzyılın başlarında Ardahan’da geçtiği diğeri 19. yüzyılda Erivan, Kafkasya
taraflarında geçtiği rivayet edilen Türkiye’den derlenen iki hortlak
memoratında fetvadaki işlemlerin benzerlerinin kendisini göstermesidir. Folklor
araştırmalarına göre benzeri motif (kafayı kesip ayakucuna koyma) Hırvat vampir
inançları arasında da (Pijavica) görülmektedir. (Bane, 2010: 115)
Polonya’nın
güneyindeki Gliwice kasabasında, bir yol yapım çalışması esnasında başları
vücutlarından ayrılıp bacaklarının üzerine yerleştirilmiş cesetlerden oluşma
bir mezarlığın ortaya çıkarıldığı 2012’de, folklor araştırmalarında ve
romanlarda yer bulan bir uygulamanın örneklerinden birini kalıntılar üzerinden
görebilmek mümkün olmuştur. (Radikal, 2013) Bu buluntu folklora ve inancın
tarihi seyrine ilişkin noktaları saptamada hayli belirleyici olmuştur.
“Kafa
kesip ayakucuna/bacak arasına koyma” uygulamasına Türkiye’den iki memorata
(biri Ardahan’da diğeri Kafkasya, Erivan taraflarında) Polonya buluntuları
misali tesadüfen, aile büyüklerinden dinlenilmiş doğaüstü anlatılarla ilgili
yaptığım derlemeler esnasında denk geldiğimi belirtmeliyim.
Bahsi
geçen memoratlar şu şekildedir:
(Ardahan):
“Dedemin babası; Şahismail bu kişi, köy dışına çıkmış çalışmaya. O arada üvey
amcasının oğlu vefat etmiş, imamla cemaat de gömmüşler. O gece üç gibi mezardan
çıkmış köye gelmiş ama hareket yok, sabit ilerliyor, el kol hareket etmiyormuş.
Direkt bizim kapıya gelmiş dedem evde yok tabi. İki gece mi üç gece mi gelmiş.
Gelişinde nenem kapıyı kilitliyor, dua edip yatıyor ama bu gece geliyor,
kendini sürekli kapıya vuruyormuş. Dedem köye gelince söylemişler, senin üvey
amcaoğlu her gece geliyor kapıya vuruyormuş kendini diye. Dedem babayiğit adam;
kavgacı, gitmiş köyün imamına camiye söylemiş durumu, demiş ki imama “Gece
kullanılmamış bir kürek bul gel”, gece geliyormuş çünkü. Gece oluyor, imam
kürekle geliyor dedemle mezarlığa gidiyorlar, bekliyorlar. Yine üç sularında
kalkıyor, dedem hortlağa sarılıp yere yıkıyor, imama bağırıyor: “Küreği ver”
diye. İmam yok, kaçmış. Zar zor kürekle cenazenin kafasını kesiyor,
bacaklarının arasına koyup tekrar defnediyor. Köye geliyor. Zaten o geceden
sonra imamı gören yok köyü terk edip kaçmış. Hortlama nedeni, amcamın oğluna
üvey diyerek tarlasını satması, karşı çıkınca da dövüp bir süre ahırda
tutması.” (Yaltırık, 2013: 221)
(Erivan-Kafkasya
tarafları) “Alacama lohusa varlıklara saldıran bir varlık. Bu olay babaannemin
anlattığına göre Kafkasya’da Erivan taraflarında dedelerimin başına gelmiş.
Söylentiye göre bu alacama cadılıkla uğraşırmış. Bir gün iki tane yeniçeri
ölmüş, bu kadını onların mezarının önünde görmüşler. Sonra bir gece yeniçeriler
dolanmaya başlamış, sokaklarda insanlara saldırıp kan içiyorlarmış. Haliyle
herkes bu cadı kadından şüphelenmeye başlamış. Kadının başını kesmişler ama
aynın yere gömülmüş kafasıyla, oda dolanmaya başlamış. Gece herkes yatarken
pencerelere tahta çakılırmış açılmasın diye, hamile kadınlar gece yalnız
bırakılmazmış o gelir diye gerisi çok belli değil. Sonunda kadını yakmışlar
mezardan çıkarıp, yeniçerilerin de başını kesip kadının başıyla birlikte ayrı
bir yere gömmüşler.” (Yaltırık, 2013:
221-222)
Bu
tür uygulamalar çoğu kültürde görülebilecek, bir bedenin yeniden kalkmasını
engelleyecek her pratik tedbire dayanmaktadır.
Peki,
aralarında bir bağ bulunması normal midir? Elbette!
Adına
obur, upir, vampir, hortlak, cadı-cadu densin, bu varlığa dair inanışın
ağırlıklı olarak görüldüğü bölgeler Kafkasya’dan Karadeniz havzasına uzanan, Doğu Avrupa’yı ve Balkanları kapsayan
sahadadır. Dolayısıyla bağlantı olsun olmasın ritüeller arasındaki benzerlikler
şaşırtıcı gelmemelidir. (Yaltırık, 2016b) Nitekim kitabın ilk bölümünde
bahsedilen obur-upir-vampir etkileşimindeki Kıpçak etkisinden bahsedilmiştir.
(User, 2010: 119-130)
Hem
Ebussuud’un fetvasındaki hortlak defetme usulünü içeren hem de Kafkaslara
(Kıpçak etkisine) atıfta bulunup Polonya’daki inanışa da işaret eden Evliya
Çelebi’nin Seyahatnâmesi, konuyla ilgili en önemli kaynaklardan biridir ki bir
sonraki bölümde ele alınmıştır.
Mehmet Berk Yaltırık
*Bu yazı “Türk Kültüründe Vampirler”
kitabımızdan alıntıdır.
Kaynakça
* ÖKTEM,
Emre, “Balkan Vampires Before Ottoman Courts”, CESNUR, http://www.cesnur.org/2009/balkan_vampires.htm, (Güncelleme
Tarihi: 14.06.2010-Erişim tarihi: 19.10.2016).
* PAKALIN,
Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve
Terimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, Cilt 1, İstanbul 1983.
· * SAKAOĞLU, Necdet, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü, İletişim Yayınları,
İstanbul 1985.
· * SAKAOĞLU, Necdet, “Mezarlık Cadıları”,
NTV Tarih Dergisi, İstanbul 2009, s.
66.
· * ÖRSTEN, Seda, “Osmanlı Hukukunda
Fetva”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005.
· * ÖZEN, Şükrü, “Osmanlı Döneminde Fetva
Literatürü”, Türkiye Araştırmaları
Literatür Dergisi, Cilt 3, Sayı 5, İstanbul 2005, s. 249-378.
· * İNANIR, Ahmet, “İbn Kemal’in Fetvaları
Işığında Osmanlı’da İslam Hukuku”, (Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
2008.
· * ORTAYLI, İlber, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, Ankara 2012.
· * BULĞEN, Mehmet, “İslâm Dini Açısından
Tenâsüh ve Reenkarnasyon”, Mimar Sinan
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 40, İstanbul 2011, s.
63-92.
· * AYCİBİN, Zeynep, “Osmanlı Devleti’nde
Cadılar Üzerine Bir Değerlendirme”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, S. 24,
Ankara 2008, s. 55-69.
· * AKGÜNDÜZ, Ahmet, “Ebüssuûd Efendi”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt 10,
İstanbul 1994, s. 365-371.
· * DÜZENLİ, Pehlul, “Osmanlı Hukukçusu
Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Fetvaları”, (Basılmamış
Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2007,
s. 409.
· * DÜZDAĞ, Mehmet Ertuğrul, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları
Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1972.
· * BARKAN, Ömer Lütfi, “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, Cilt 15, Sayı 1-4, İstanbul 1953, s. 56-78.
· * ÇELİK, Gülfettin, “Osmanlı Devleti’nin
Nüfus ve İskân Politikası”, Divan,
Cilt 1, Sayı 6, İstanbul 1999, s. 49-110.
· * TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998.
· * BANE, Theresa, Enyclopedia of Vampire Mythology, McFarland & Company, Inc.,
Publishers, 2010.
* * YALTIRIK, Mehmet Berk, “Türk Kültüründe Hortlak Cadı İnanışları”, Tarih Okulu Dergisi, Sayı XVI, İzmir 2013, s. 187-232.
· * USER, Hatice Şirin, “Vampir”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, TDK Yayınları, Sayı 2, Ankara 2010, s. 119-130.
* Radikal,
“Polonya’da vampir mezarlığı bulundu”, http://www.radikal.com.tr/hayat/polonyada_vampir_mezarligi_bulundu-1141630,
(Güncelleme Tarihi: 13.07.2013-Erişim Tarihi: 05.10.2016).
·
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder